
Hak ve özgürlüklerin ortaya çıkış sürecini ve korunma gereksinimlerini tanımlamak bakımdan insan hak ve hürriyetlerinin sınıflandırılması önem arz etmektedir. İnsan hak ve hürriyetleri, konularına, kullanış biçimlerine veya ortaya çıkış sıralarına göre çok değişik şekillerde sınıflandırılmıştır.
Konu, şu başlıklar altında incelenecektir:
I. Jellinek’in Sınıflandırması
1. Negatif Statü Hakları
2. Pozitif Statü Hakları
3. Aktif Statü Hakları
II. Konularına Göre Tasnif
1. Fizik Hürriyetler
2. Düşünce Hürriyetleri
3. Kolektif Hürriyetler
III. Kullanılış Biçimlerine Göre Tasnif
1.Bireysel Hürriyetler
2.Kolektif Hürriyetler
IV. Ortaya Çıkış Sıralarına Göre Tasnif
1. Birinci Kuşak Haklar: Bireysel ve Siyasal Haklar
2. İkinci Kuşak Haklar: Sosyal ve Ekonomik Haklar
3. Üçüncü Kuşak Haklar
4. Dördüncü Kuşak Haklar
V.Bağlayıcılıklarına Göre Tasnif: Program Haklar-Normatif Haklar
I.JELLİNEK’İN SINIFLANDIRMASI
İnsan haklarının tasnifi konusunda en eski ve en kullanışlı tasnif Georg Jellinek’in tasnifi olup System der subjektiven öffentlichen Rechte isimli kitabında temel hak ve hürriyetleri devlet ile birey arasındaki ilişkinin durumuna göre “negatif statü hakları“, “pozitif statü hakları” ve “aktif statü hakları” olarak üç ayırır. Bu tasnife “Jellinek’in üçlemesi (trilogie de Jellinek)” de denir.
1. NEGATİF STATÜ HAKLARI
“Negatif statü hakları (negative status rights)“, kişinin devlet tarafından aşılamayacak ve dokunulamayacak özel alanının sınırlarını çizen hak ve hürriyetler olup, bu haklar devlete negatif bir tutum, karışmama, gölge etmeme ödevi yüklerler. 1982 Anayasasının ikinci kısmının ikinci bölümünde yer alan (m.17-40) hak ve özgürlükler kural olarak negatif statü hakları niteliğindedir. Bu haklar kişiyi devlete ve topluma karşı koruyan haklar olduğu için bu haklara “koruyucu haklar” da denir. Bu haklara “kişisel haklar“da denilebilir. Örneğin konut dokunulmazlığı, kişi güvenliği, din hürriyeti, düşünce hürriyeti, mülkiyet hakkı negatif statü hakkı niteliğindedir. Anayasamızdan örnekler;
Madde-21/1 “Kimsenin konutuna dokunulamaz…”
Madde-24/1″Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir…”
Madde-25 “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir…”
Madde-35″Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. ..”
2. POZİTİF STATÜ HAKLARI
“Pozitif statü hakları (positive status rights)“, bireylere devletten olumlu bir davranış, bir hizmet, bir yardım isteme imkanı tanıyan haklardır. 1982 Anayasasının ikinci kısmının üçüncü bölümünde (m.41-65) sayılmıştır. Çalışma hakkı, sağlık hakkı, konut hakkı, sosyal güvenlik hakkı gibi haklar, devletin pozitif müdahalede bulunması gereken haklar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tür haklar, devlete sosyal alanda bir takım ödevler yüklerler. Pozitif statü haklarına, kişiye devletten bir şey isteme hakkını verdiği için “isteme hakları” da denmektedir. Bu hakların çoğunluğu sosyal ve ekonomik alana ilişkin olup sosyal devlet anlayışınınsonuçları olduğundan bu haklara “sosyal haklar” da denir.Bu kapsamda sayılan hakların hayata geçirilmesi bağlamında bireyin talebinin ve devletin yerine getirme yükümlülüğünün bir sınırı vardır ki bunun çerçevesini devletin ekonomik ve sosyal imkânları belirler. Anayasamızdan örnekler;
Madde-48 “Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir…”
Madde-56 “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir…”
Madde-57 “Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler.”
Madde-60 “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir…”
3. AKTİF STATÜ HAKLARI
“Aktif statü hakları (active status rights)“, kişinin devlet yönetimine katılmasını sağlayan haklardır. Bu haklara “katılma hakları” da denir. Aktif statü hakları, 1982 Anayasasının ikinci kısmının dördüncü bölümünde (m.66-74) yer almaktadır. Seçme ve seçilme hakkı, siyasî parti kurma hakkı, siyasî faaliyette bulunma hakkı, kamu hizmetine girme hakkı, dilekçe hakkı aktif statü haklarına örnek gösterilebilir. Bu haklara “siyasi haklar” da denir. Bu hakların hayata geçirilmesinde o ülkenin tarihi ve kültürel yapısıyla ekonomik, sosyal ve demokratik gelişmişliği belirleyici olacaktır. Anayasamızdan örnekler;
Madde-67 “Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma hakkına sahiptir…”
Madde-68 “Vatandaşlar, siyasi parti kurma ve usulüne göre partilere girme ve partilerden ayrılma hakkına sahiptir…”
Madde-70 “Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir…”
Madde-74 “Vatandaşlar ve karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet eden yabancılar kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında, yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisine yazı ile başvurma hakkına sahiptir…”
II.KONULARINA GÖRE TASNİF: FİZİK HÜRRİYETLER, DÜŞÜNCE HÜRRİYETLERİ ve KOLEKTİF HÜRRİYETLER
Hak ve hürriyetler konularına göre fizik hürriyetler, düşünce hürriyetleri ve kolektif hürriyetler olmak üzere üçe ayrılır.
1. FİZİK HÜRRİYETLER
“Fizik hürriyetler“, konusu kişinin maddi varlığı yani beden bütünlüğü ve bedensel hareketleri olan hürriyetlerdir. Kişi güvenliği, beden bütünlüğünün dokunulmazlığı, seyahat hürriyeti, konut dokunulmazlığı, özel hayatın gizliliği, haberleşmenin gizliliği gibi kişinin fiziki varlığını koruyan veya fiziki varlığı ile ilgili olan hak ve hürriyetler, kişinin fizik hürriyetleri arasında sayılabilir. Anayasamızdan örnekler;
Madde-23 “Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir…”
Madde-21 “Kimsenin konutuna dokunulamaz…”
Madde-20 “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz…
(Ek fıkra: 7/5/2010-5982/2 md.) Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir…”
Madde-22 “Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır…”
2. DÜŞÜNCE HÜRRİYETLERİ
“Düşünce hürriyetleri“, kişinin manevi varlığı ile ilgili olan hürriyetlerdir. Örneğin düşünce hürriyeti, inanç hürriyeti, din ve vicdan hürriyeti, basın, bilim, sanat hürriyetleri gibi. Bu hürriyetler kişinin zihni yani entelektüel melekelerin kullanılması ile alakalı oldukları için bunlara “entelektüel hürriyetler” de denir. Anayasamızdan örnekler;
Madde-25 “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir…”
Madde-24 “Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir…”
Madde-27 “Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir…”
3. KOLEKTİF HÜRRİYETLER
“Kolektif hürriyetler“, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hürriyeti, sendika kurma hakkı, dernek kurma hürriyeti gibi tek bir kişi tarafından değil mahiyetleri gereği ancak birden fazla kişi tarafından toplu olarak kullanılabilecek hürriyetleri ifade eder. Anayasamızdan örnekler;
Madde-34 “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir…”
Madde-51 “Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz…”
Madde-33 “Herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma ve bunlara üye olma ya da üyelikten çıkma hürriyetine sahiptir…”
III. KULLANILIŞ BİÇİMLERİNE GÖRE TASNİF: BİREYSEL HÜRRİYETLER VE KOLEKTİF HÜRRİYETLER AYRIMI
Hak ve hürriyetler kullanmış biçimlerine göre bireysel hürriyetler ve kolektif hürriyetler olarak ikiye ayrılmaktadır
1. BİREYSEL HÜRRİYETLER
“Bireysel hürriyetler”, doğrudan doğruya bireyler tarafından kullanılan hürriyetlerdir. Kolektif hürriyetler dışında kalan bütün hürriyetler bireysel hürriyetlerdir. Kişi hürriyeti, kişi güvenliği, konut dokunulmazlığı, özel hayatın gizliliği, haberleşme hürriyeti, seyahat hürriyeti, düşünce hürriyeti, inanç hürriyeti, din ve vicdan hürriyeti, basın, bilim, sanat hürriyetleri, mülkiyet hakkı birer bireysel hak ve hürriyettir. Bunlar özü itibariyle tek kişi tarafından kullanılabilirler.
Bireysel hürriyetler hem süjeleri itibariyle hem de kullanım biçimleri itibariyle bireyseldir. Bu hak ve hürriyetleri bireyler kendi başlarına, sadece kendi iradeleri ile kullanabilirler. Bunları kullanabilmeleri için bireylerin bir araya gelmelerine gerek yoktur. Anayasamızdan örnekler;
Madde-19 “Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir…”
Madde-21 “Kimsenin konutuna dokunulamaz…”
Madde-22 “Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır…”
Madde-20 “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz. … (Ek fıkra: 7/5/2010-5982/2 md.) Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir…”
2. KOLEKTİF HÜRRİYETLER
“Kolektif hürriyetler”, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hürriyeti, sendika kurma hakkı, dernek kurma hürriyeti gibi tek bir kişi tarafından değil nitelikleri gereği ancak birden fazla kişi tarafından toplu olarak kullanılabilecek hürriyetlerdir. Kolektif hürriyetleri de bireyler kullanır ancak bunları bireyler tek başlarına kendi iradeleri ile kullanamazlar. Bunları kullanabilmeleri için bireylerin bir araya gelmesi, birden fazla kişinin iradelerinin uyuşması gerekir. Dernek kurma, sendika kurma, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hürriyeti kolektif hürriyetlerden bazılarıdır.
Kolektif hürriyetlerin özneleri çeşitli gruplar olup, bunlar dernek, sendika ve siyasal parti gibi örgütlü olabileceği gibi toplanma ve gösteri yürüyüşünde olduğu gibi geçici ve arızi nitelikte de olabilir.
Bazen de bireysel olan bir hak ve hürriyet kolektif hale gelebilir. Örneğin ibadet hürriyeti bireysel bir hürriyet olmasına karşın cuma namazı örneğinde olduğu gibi ibadetin toplu yapılması gerekiyorsa kolektif hürriyet haline gelebilir.
Kolektif hürriyetler, düşünce safhasında, 1800’lerin sonlarında ortaya çıkmış, 1900’lerin başlarından itibaren pozitif hukuk tarafından tanınıp düzenlenmeye başlanmıştır. 1917 Meksika Anayasası, 1919 Weimar Anayasası, 1920 Estonya Anayasası, 1921 Yugoslavya Anayasası, 1921 Polonya Anayasası kolektif hürriyetleri tanıyan ilk anayasalar olmuştur. İkinci dünya savaşından sonra yapılan anayasaların genellikle hepsi kolektif hürriyetlere yer vermiştir. Anayasamızdan örnekler;
Madde-33 “Herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma ve bunlara üye olma ya da üyelikten çıkma hürriyetine sahiptir…”
Madde-34 “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir…”
Madde-51 “Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz…”
IV. ORTAYA ÇIKIŞ SIRALARINA GÖRE TASNİF
Hak ve hürriyetler tarihsel olarak ortaya çıkışlarına göre “birinci kuşak haklar“, “ikinci kuşak haklar” ve “üçüncü kuşak haklar” şeklinde üçe ayrılmaktadır. Bu ayrım ilk defa Çek kökenli Fransız hukukçusu Karel Vasak tarafından 1979 yılında önerilmiştir. Daha sonra bu sınıflandırma hakların konularından ve niteliklerinden hareket edilerek dört kuşak hak şeklinde kategorileştirilmiştir.
1. BİRİNCİ KUŞAK HAKLAR: BİREYSEL VE SİYASAL HAKLAR
Birinci kuşak haklar, tarihsel olarak ilk ortaya çıkan haklar olup bunlar kişi haklarını ve siyasal hakları içerir. Bu haklar genellikle devlete karşı olan haklar olarak düşünülmüştür. Bu haklar devlete karışmama ödevi yükler. Devlet bu haklara müdahale etmez ise (örneğin kişilerin konutuna girmez ise) bu haklar gerçekleşir.
İlk defa 17 ve 18. yüzyıllarda tabii hak doktrini ile insanların, hayat, hürriyet, güvenlik, mülkiyet gibi doğuştan birtakım hak ve hürriyetlere sahip oldukları kabul edilmiştir. 1789 Fransız İhtilali döneminde de ferdiyetçi doktrinin etkisiyle fertlerin pek çok hak ve hürriyete sahip olduğu fikri ortaya çıkmıştır. Birinci kuşak haklar, 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ve 1770’li yıllarda kabul edilen çeşitli Amerikan insan hakları bildirgeleri ile tanınmışlardır.
2. İKİNCİ KUŞAK HAKLAR: SOSYAL VE EKONOMİK HAKLAR
İkinci kuşak haklar, çalışma, dinlenme, emeklilik, sağlık hakkı gibi sosyal ve ekonomik hakları içerir. Bu haklar devlete eylemde bulunma, harekete geçme, açıkçası bir hizmet sağlama ödevi yüklemektedir.
Bu haklar I. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkmış ve büyük ölçüde II. Dünya Savaşı’ndan sonra uygulanmaya başlanmıştır.
İkinci kuşak hakları pozitif hukukta tanınmasına ilk örnekler olarak 1917 Meksika, 1919 Alman (Weimar), 1921 Yugoslavya, 1923 Polonya, 1931 İspanyol Anayasaları sayılabilir.
3. ÜÇÜNCÜ KUŞAK HAKLAR
“Üçüncü kuşak haklar”, çevre hakkı, barış hakkı, bilgi edinme hakkı, iletişim hakkı, gelişme hakkı, tabii kaynak hakları, kültürel mirasa katılma hakkı, yerli hakların korunması, kuşaklar arasında nesafet ve sürdürülebilirlik hakkı gibi haklardan oluşur. Ay ve derin deniz dipleri gibi varlıklardan oluşan “insanlığın ortak mirası” kavramı altında toplanan varlıklardan yararlanma hakkı da üçüncü kuşak haklar arasında sayılmaktadır.
Üçüncü kuşak haklara, bunlar tarihsel olarak ortaya en son çıktıkları için “yeni haklar” veya “yeni insan hakları” dendiği de olur.
Üçüncü kuşak haklar daha ziyade 1960’lardan sonra ortaya çıkmıştır. Üçüncü kuşak haklar, önceleri bir takım uluslararası belgeler ile tanınmış ve ilan edilmiştir. Örneğin “insanlığın ortak mirası“, “bütün insanlığın ortak yararı” kavramları 1967 tarihli Uzay Antlaşması’nda, 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesinde geçmektedir. Çevre hakkı ilk defa 1972 Stockholm Bildirgesi’nde tanınmıştır. Bu haklar daha sonra iç hukuk belgelerinde tanınmaya başlanmıştır. Örneğin çevre hakkı 1972 Stockholm Bildirgesi’nde tanıdıktan sonra iç hukuka geçmiştir. Çevre hakkı anayasal düzeyde İsveç’te 1975’te, İspanya’da 1978’de, İsviçre’de 1984’te, Avusturya’da 1984’te, Brezilya’da 1988’de tanınmıştır.
Üçüncü kuşak haklar, iç hukuk belgeleri ile tanınıp düzenlenirse bunlarda hukuken bağlayıcı hale gelirler. Ancak bugün için üçüncü kuşak insan hakları olarak bahsedilen bir kısım haklar pozitif iç hukuk normları ile tanınıp düzenlenmedikleri için hukuken bağlayıcı olduklarını söylemek oldukça güçtür.
Üçüncü kuşak haklar anlayışına çeşitli eleştiriler de yöneltilmiştir. Üçüncü kuşak hakların hukuki bağlayıcılıktan uzak tamamıyla doktrin kaynaklı olduğu, bu hakların temelinin ne olduğunun belli olmadığı, temel olarak ileri sürülen dayanışma kavramının hukuki içerikten mahrum bir kavram olduğu, bu haklar için öngörülmüş güvenceler mevcut olmadığı, bu haklardan bahseden uluslararası metinlerin devletlere bir yükümlülük yüklemekten uzak olduğu yönünde görüşler ileri sürülmekle birlikte üçüncü kuşak haklar, insan haklarının “gelişmeci özelliği“ni ortaya koymaktadır. Üçüncü kuşak haklar da hukuka tartışmalı bir şekilde olsa da yavaş yavaş girmektedir.
ÜÇ KUŞAK ARASINDA FARKLAR
Bu üç kuşak haklar arasında normatif yoğunluk ve hukuki bağlayıcılık bakımından farklılıklar vardır. Birinci kuşak hakları tanıyan ve düzenleyen anayasa ve kanun normları bağlayıcı olup bunlara devlet mutlak bir şekilde saygı göstermek zorundadır. İkinci kuşak hakları tanıyan anayasa hükümlerinin birer “program hüküm” olduğu düşünülür. Dolayısıyla bunları devlet, mali imkânlarının yeterliliği ölçüsünde gerçekleştirir. Üçüncü kuşak hakların birçoğunun ise normatifliği dahi tartışmalıdır.
Birinci ve ikinci kuşak haklarda hak ve ödevin süjeleri birbirinden ayrılır. Oysa üçüncü kuşak haklar da hak ve ödev birbirinden kolaylıkla ayrılmaz. Örneğin bir kişi çevre konusunda hem hak, hem de ödev sahibidir. Yani aynı kişi hem sağlıklı çevrede yaşama hakkına sahip, hem de bu çevreyi kirletmeme ve koruma ödevi altında bulunur.
ÜÇ KUŞAK HAKLAR AYRIMININ ELEŞTİRİSİ
Haklar tarihsel olarak ortaya çıkışı ile onların içerikleri arasında her zaman bir örtüşme olduğu iddia edilemez. Bazen mülkiyet hakkı, ailenin korunması gibi bazı hakların birinci kuşağa mı, yoksa ikinci kuşağımı girdiği tartışmalıdır. Mesela Türkiye’de mülkiyet hakkı 1961 Anayasası’nda (m.36) sosyal ve ekonomik haklar arasında, 1982 Anayasası’nda (m.35) kişinin hakları arasında sayılmıştır. Diğer yandan bir hak ve hürriyetin içinde yer aldığı kuşak ile bu hak ve hürriyetin korunması veya gerçekleştirilmesi yolları her zaman örtüşmez. Bazı kişi hakları ve siyasal haklar devlete sadece negatif değil, aynı zamanda pozitif ödevlerde yükler. Diğer bir ifadeyle bazı bireysel ve siyasal haklar devlete sadece çekinme, karışmama ödevi yüklemez; aynı zamanda bu hakların gerçekleşmesi için devlete bir şeyler yapma ödevi, gerekli tedbirleri alma, hukuki düzenlemeler yapma ödevi de yükler. Düşünceyi açıklama hürriyeti, basın yayın hürriyetinin gerçekleşmesi için devletin bir takım sübvansiyonlarda bulunması veya en azından bu alanı düzenlemesi gerekir. Keza siyasal hakların gerçekleşmesi için de devletin olumlu bir şeyler yapması söz konusu olabilir. Örneğin siyasi parti kurma hakkı birinci kuşak bir haktır. Ancak bu partinin faaliyetini sürdürmesi için devletten yardım alması gerekebilir. Devletin siyasi partilere yardım yapması durumunda ise devletin pozitif bir edimi vardır. Diğer taraftan normalde ikinci kuşak haklar arasında yer alan grev hakkı, sendika hakkı gibi bazı ekonomik ve sosyal haklar, aynı zamanda devlete karışmama yükümlülüğü de yükler. Yani bu veçhesiyle bu haklar birinci kuşak haklar gibidir.
Nihayet üçüncü kuşakta yer aldığı söylenen bazı haklar şu ya da bu şekilde diğer kuşak haklardan türer ve onların mantıkî uzantısıdır veya en azından onlarla ilgilidirler. Örneğin üçüncü kuşak bir hak olduğu söylenen “bilgi edinme hakkı“, düşünce hürriyeti, düşünceyi açıklama hürriyeti ve hatta iletişim hürriyetleri ile yakından alakalıdır.
4. DÖRDÜNCÜ KUŞAK HAKLAR
Son yıllarda “dördüncü kuşak insan hakları“ndan bahsedilmektedir. Bilim ve teknolojinin ulaştığı düzey, günümüzde bazı açılardan insan onurunu tehdit eder hale gelmiştir. Bu tehdit başlıca bilişim teknolojisi ve genetik mühendisliği alanında görülmektedir.
Bilişim teknolojisi alanındaki gelişmeler: kişisel verilerin korunması ve unutulma hakkı
İnternet, insanların hayatını ciddi ölçüde kolaylaştırmakla birlikte internetin yaygınlaşmasının beraberinde bazı sorunları da getirdiği görülmek ve internetin özel hayatın gizliliğini ve kişisel verilerin korunmasını zorlaştırdığı öne sürülmektedir. İnternetin gelişmesi, kullanıcısı sayısının artması, akıllı cep telefonlarının, tabletlerin ve sosyal medyanın ortaya çıkışı, özel hayatın gizliliğini ve kişisel verilerin korunmasını daha zor hale getirdiği dile getirilmektedir.
Son yıllarda bilişim teknolojisinde yaşanan baş döndürücü gelişmeler sayesinde, kişilerin kişisel bilgilerini, görüntülerini, konuşmalarını, kişiler hakkında çıkan haberleri, söylentileri vs. elde etme ve saklama ve istenildiğinde bunlara anında ulaşma imkanı ortaya çıkmıştır. Bu bilgilere kamusal makamlar ulaşabildiği gibi, yerine göre tamamen veya kısmen özel kişilerde ulaşabilmektedir. Bu teknolojik gelişme karşısında bir birinci kuşak hak olan “özel hayatın gizliliği” hakkına ilişkin güvenceler yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle pek çok ülkede kişisel verilerin korunması özel olarak düzenlenmektedir. Böylece ortaya şimdiye kadar bilinmeyen bir hak olan “kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı” ortaya çıkmıştır. Örneğin Türkiye’de Anayasanın 20. maddesine 2010 yılında eklenen bir fıkra ile “kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı” tanınmış ve düzenlenmiştir.
Unutulma hakkına yönelik ilk yasal düzenlemeler 2010 yılında Fransa’ da gündeme gelmiştir. Ancak daha çok bireyin talebi doğrultusunda ya da üzerinden belirli bir sürenin geçmesiyle e-mail ve telefon mesajlarının silinmesi için internet ve telefon şirketlerine yükümlülük getirmeye yönelik bir tasarı olmuştur. Daha sonra 2010 yılının Kasım ayında Avrupa Birliği Komisyonu tarafından “95/46/EC sayılı Kişisel Verilerin Korunması Direktifi”nin revizyonu sürecinde dile getirilmiştir. Unutulma hakkının, dijital bilgilerin müdahalesiz sonsuza kadar kalacağı varsayımına dayandığı söylenebilir. Çünkü kalıcı dijital kişisel kayıtların gelecekte ne tür sonuçlar doğuracağı konusunda belirsizlikler söz konusudur. Unutulma hakkı her ne kadar son zamanlarda dijital hafıza ve veri saklama bağlamında temel bir hak olarak önerilmiş olsa da uzun yıllardır Kıta Avrupası ve Amerika Birleşik Devletleri’nde arka planda tartışılmaktadır.
Belirtmek gerekir ki, bilişim teknolojisinde yaşanan gelişmeler, özellikle internet sayesinde, mevzuatta “özel hayatın gizliliği“ne ilişkin getirilen klasik güvenceler ihlal edilmeden de kişilerin özel hayatının gizliliği pekala zarar görebilmektedir. Bu zarar, iletişim teknolojilerinin sağladığı hız ve kolaylık sayesinde gerçekleşmektedir.
Örneğin internetin olmadığı dönemlerde bir kişinin yargılandığı ve mahkum olduğu yolunda bir haber, kağıt gazetede yayınlanır. Haberin yayınlandığı gün bu haberi pek çok kişi okumuş olabilir. Ama üzerinden aylar ve yıllar geçince bu haber unutulur. Bu haber başkalarının karşısına artık çıkmaz. Zira bu haberin yayınlandığı gazeteden sadece birkaç nüsha, gazetenin kendi arşivinde ve büyük kütüphanelerde saklanır. Aradan 5-10 yıl geçtikten sonra, gazetenin arşivine veya büyük bir kütüphaneye gidip, saatlerce hatta günlerce araştırma yapma zahmetine katlanmayan bir kişi, söz konusu kişinin 10 yıl önce mahkum olduğuna ilişkin haberi göremeyecektir. Ancak günümüzde, iletişim teknolojilerinin gelişmesi sayesinde, aynı haber gazetenin internet arşivinde bulunmaktadır. Bu kişi hakkında google’dan arama yapan herkes, birkaç saniye içinde bu kişinin 10 yıl önce falanca suçtan mahkum olduğunu öğrenebilmektedir.
İşte bu noktada, ortaya “unutulma hakkı” çıkmaktadır. İnternet öncesi zamanlarda, yani kağıt gazete döneminde hak zaten kendiliğinden mevcuttur. Ama internet ortamında bu hak yok olmaktadır. Kişi onlarca yıl önce işlediği fiil ile anılmaya devam edilebilmektedir. Oysa gazetenin herkese açık dijital arşivi olmasa, bu kişinin 10 yıl önce suç işlediğini bilmek pratik olarak mümkün olmayacaktı.
Avrupa Adalet Divanının ‘‘Google-İspanya’’ Kararı
Unutulma hakkı kararı olarak da bilinen ve bu hakkın ortaya çıkmasında önemli rol oynayan Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD)’nın ‘‘Google-İspanya’’ kararına götüren süreç, İspanyol avukat Maria Costeja Gonzeles’in, sosyal güvenlik borçları nedeniyle evinin 1998 yılında açık arttırmaya çıkarılmasına ilişkin ilanın İspanyol La Vanguardia gazetesinde ve Google arama sonuçlarında yer alması nedeniyle 2010 yılında İspanyol Veri Koruma Otoritesine (İVKO) başvurarak hem gazeteyi hem de Google İspanya ile Google Inc şirketini şikayet etmesi ve bu ilanın kaldırılmasını istemesi ile başlamıştır.
Unutulma hakkı için tarihsel bir öneme sahip olan bu olayda Gonzales’in, hacze dair işlemlerinin yıllar önce çözüldüğü ve artık bunun ilanda yer almasının gereksiz olduğu gerekçesiyle yapmış olduğu ilanın kaldırılması yönünde bu talebi İVKO tarafından, La Vanguardia gazetesi için kabul edilmezken Google İspanya ve Google Inc. şirketleri için kabul görmüştür. İVKO, ilanın açık arttırmaya mümkün olduğunca çok talep gelebilmesi için yasal bir zorunluluk olduğu gerekçesiyle gazete yönünden talebi reddetmiştir. Öte yandan Google’ın veri işleme faaliyeti gerçekleştirdiğini göz önüne alarak, verilerin veri koruma mevzuatına tabi olacaklarını ve her ne kadar söz konusu sitede kişisel verilerin tutulması yasal olsa da o siteden verilerin silinmesine gerek olmadan doğrudan Google’ın temel veri koruma hakkının tehlikeye düştüğü durumlarda verilere arama motoru tarafından erişimi engelleme yükümlülüğü olduğu gerekçesiyle İVKO, Google yönünden Gonzeles’in talebini kabul etmiştir. Google’ın bu karara itirazı sonucunda uyuşmazlık İspanyol Yüksek Mahkemesi (Audiencia Nacional)’ne taşınmıştır. Temyiz üzerine inceleme yapan İspanyol Yüksek Mahkemesi, 95/46/EC sayılı Direktif 17 kapsamında uyuşmazlığı doğru yorumlamak için Avrupa Birliği Adalet Divanı’na üç ana soru yöneltmiştir:
1. Google Inc. ve alt şirketi Google İspanya arama motorlarının şirket merkezinin AB dışında olmasına rağmen bu arama motorları, 95/46/EC sayılı Direktifin yer bakımından uygulanması kapsamına girer mi?
2. Eğer öyleyse, arama motorlarının yürüttüğü veri toplama ve indeksleme gibi faaliyetlerinin Direktif kapsamında veri işleme olması nedeniyle arama motorları veri sorumlusu kabul edilir mi?
3. Eğer veri sorumlusu kabul edilirse, bireyler yasal olarak toplanan bu verilerin kendisine zarar vereceğini veya unutulması gerektiğini düşünerek Direktif kapsamında bu verilerin silinmesini veya kaldırılmasını isteyebilir mi?
Avrupa Birliği Adalet Divanı öncelikle Google Inc’in Direktif’in yer bakımından uygulama kapsamına girdiğine; üçüncü kişiler tarafından internette yayınlanan ya da internete yerleştirilen verileri bulma, otomatik olarak bu verileri indeksleme, depolama ve tercih sırasına göre internet kullanıcılarına açık hale getirme gibi faaliyetler yürüten Google Inc.’in veri sorumlusu olduğuna; veri sahibinin, özel hayatına ilişkin hassas bilgi içeren ve üzerinden 16 yıl geçmiş olan ilanın kamunun bu bilgiye erişmesinde ağır basan bir menfaatinin de olmaması nedeniyle kaldırılmasını isteme hakkı olduğuna karar vermiştir. Avrupa Birliği Adalet Divanı aynı kararında, kamunun ilgili kişiye ilişkin bilgiye sahip olmasındaki menfaati, ilgili kişinin kamusal hayatta oynadığı rol, üstün kamu yararı gibi sebeplerin bulunmaması halinde verilerin kaldırılmasının yani unutulma hakkın söz konusu olacağını söyleyerek bu hakkın sınırını çizmiştir.
Türk Anayasa Mahkemesi’nin “unutulma hakkı” konusunda bir bireysel başvuru kararı (3 Mart 2016 tarih, 2013’e 5653 nolu N.B.B kararı)
“Başvurucu, hakkında ulusal bir gazetenin internet arşivinde, uyuşturucu kullandığı için adli para cezasına hükmedildiğine ilişkin 1998 ve 1999 yıllarına ait yayınlanan toplam üç haberin internet yayınının kaldırılması yönündeki taleplerinin yargısal makamlar tarafından reddedilmesi nedeniyle Anayasanın 12, 17, 20, 25, 26, 27 ve 32 inci maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Anayasa Mahkemesi bu iddia kapsamında özetle aşağıdaki değerlendirmeleri yapmıştır: (…) Başvurucu hakkında internet ortamındaki arşivde muhafaza edilen ve kolaylıkla ulaşılabilir kılınan haberler, 1998 ve 1999 yılındaki ceza yargılamasına ilişkindir. Bu haberlerin gerçeğe aykırı olduğu ileri sürülmemiştir. Haberler başvurucunun uyuşturucu kullanırken yakalanması ve daha sonrasında yargılanması hakkındadır. Bu bağlamda haber konusunun, haberin arşivde kolaylıkla ulaşılabilir kılınması için gerekli bulunan toplumsal açıdan haber değerinin devam etmesi veya haberin geleceğe ışık tutacak niteliğe sahip olması özelliklerini taşıdığı söylemez. Başvuru tarihi itibariyle söz konusu haberin yaklaşık 14 yıl önceki bir olaya ilişkin olduğu ve böylelikle güncelliğini yitirdiği açıktır. İstatistiki ve bilimsel amaçlar yönünden de yukarıda ifade edilen gerekçelerle bu bilgilere internet ortamında kolaylıkla ulaşılmayı gerekli kılan bir neden bulunmamaktadır. Bu bağlamda kamu yararı bakımından siyasi veya medyatik bir kişiliğe sahip olmayan başvurucu hakkında internet ortamında yayınlanan haberin kolaylıkla ulaşılabilirliğinin başvurucunun itibarını zedelediği açıktır. Sonuç olarak başvurucu hakkında yapılan haberler unutulma hakkı kapsamında değerlendirilmesi gereken haberlerdir. İnternet ortamının sağladığı kolaylıklar gözetildiğinde başvurucunun şeref ve itibarının korunması için anılan habere erişimin engellenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda erişimin engellenmesine yönelik talebin reddedilmesi ile ifade ve basın özgürlükleri ile kişinin manevi bütünlüğünün korunması hakkı arasında adil bir dengenin kurulduğu söylenemez. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.”
Yargıtay 19. Ceza Dairesinin 2019/31517 esas 2019/14002 karar sayılı kararında;
(…) İnternet’in yaygın kullanımı ile ortaya çıkan bu durum basının İnternet’i etkin olarak kullanmasıyla beraber ifade ve basın özgürlükleri ile şeref ve itibarın korunması arasındaki dengeyi ilkinin lehine bozmuştur. İfade ve basın özgürlüğü ile şeref ve itibarın korunması hakkı, eşit düzeyde koruma gerektiren temel hak ve özgürlüklerdir. Bu nedenle bozulan dengenin her iki temel hak arasında tekrar kurulması zorunluluk olmuştur. İnternet haberciliği ile birlikte unutulmanın zor olduğu günümüzde anılan dengenin tekrar kurulabilmesi şeref ve itibar yönünden bireylerin unutulma hakkının kabul edilmesi ile mümkün olabilir. Bu bağlamda “unutulma hakkı” adil dengenin kurulması için vazgeçilmez niteliktedir (Avrupa Birliği Adalet Divanı, Google Spain SL, Google Inc/İspanya Kişisel Verilerin Korunması Kurumu, Mario Costeja Gonzales, C-131/12, 13/5/2014).
Unutulma hakkı Anayasa’mızda açıkça düzenlenmemiştir. Bununla birlikte Anayasa’nın “Devletin temel amaç ve ödevleri” başlığı altında düzenlenen 5. maddesinde “insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” ifadesi ile devlete pozitif bir yükümlülük yüklenmiştir. Bu yükümlülük bağlamında Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen kişinin manevi bütünlüğü bağlamında şeref ve itibarının korunması hakkı ve Anayasa’nın 20. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ile birlikte düşünüldüğünde, devletin bireye geçmişte yaşadıklarının başkaları tarafından öğrenilmesi engellenerek “yeni bir sayfa açma” olanağı verme hususunda bir sorumluluğu olduğu açıktır. Özellikle kişisel verilerin korunması hakkı kapsamında kişisel verilerin silinmesini talep edebilme hakkı, kişilerin geçmişlerinde yaşadıkları olumsuzlukların unutulmasına imkân tanımayı kapsamaktadır. Dolayısıyla Anayasa’da açıkça düzenlenmeyen unutulma hakkı, İnternet vasıtasıyla ulaşılması kolay olan ve dijital hafızada bulunan haberlere erişiminin engellenmesi için Anayasa’nın 5., 17. ve 20. maddelerinin doğal bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer taraftan unutulma hakkının kabul edilmemesi, İnternet vasıtasıyla kolayca ulaşılabilir ve uzun süre muhafaza edilebilir kişisel veriler nedeniyle başkaları tarafından kişiler hakkında ön yargı oluşturabilmesi nedeniyle manevi varlığının geliştirilmesi için gerekli onurlu bir yaşam sürdürmesine ve manevi bağımsızlığına müdahaleyi sürekli kılmaktadır.
Anayasa Mahkemesinin ifade ve basın özgürlükleri ile şeref ve itibarın korunması hakkı arasındaki dengelemeye ilişkin kararlarında Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası temelinde değerlendirme yaptığı gözetilerek unutulma hakkına ilişkin iddiaların İnternet ortamındaki haberlerin kişisel veriler ile arasındaki ilişki dikkate alınarak Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası kapsamında inceleme yapılması gerekmektedir.
Öte yandan inceleme konusu olan başvuruya benzer diğer başvurularda devletin bir eylemi söz konusu olmayıp yargı mercilerince başvurucuların kişisel itibarlarına sağlanan korumanın yetersiz olduğu iddia edilmektedir. Anayasa’nın 17. maddesi esas olarak kamu görevlilerinin keyfî müdahalelerine karşı bireyi korumayı amaçlasa da söz konusu madde sadece devletin bu tür müdahalelerde bulunmasından kaçınmasını sağlamayı amaçlamamaktadır. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında mündemiç negatif yükümlülüğe, Anayasa’nın 5. maddesi dikkate alınarak bireyin maddi ve manevi varlığına etkin bir saygının sağlanması için gerekli pozitif yükümlülükler eklenebilir. Bu yükümlülükler, kişilerin birbirleri ile olan ilişkilerini de kapsayacak şekilde kişisel itibarının korunmasını isteme hakkına saygının güvence altına alınması amacıyla birtakım tedbirler alınmasını gerektirebilir (Ahmet Çinko ve Erkan Çelik [GK], B. No: 2013/6237, 3/7/2015, § 39). Bu tedbirlere, kişisel itibarın üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korunması hususunda da başvurulabilir (Kadir Sağdıç, § 40; İlhan Cihaner (2), § 47). Dolayısıyla unutulma hakkı kişilerin manevi varlıklarını geliştirmelerine bir fırsat vermek açısından devletin pozitif yükümlülüğünün bir sonucudur.
Unutulma hakkının İnternet gazete arşivlerindeki her türlü haber yönünden uygulanmasını beklemek mümkün değildir. Nitekim özellikle basın özgürlüğü temelinde gazete arşivinin araştırmacılar, hukukçular veya tarihçiler için önem taşıyan veriler olduğu açıktır. Bu durumda bir İnternet haberinin unutulma hakkı kapsamında İnternet’ten çıkarılabilmesi için yayının içeriği, yayında kaldığı süre, güncelliğini yitirme, tarihsel bir veri olarak kabul edilememe, kamu yararına katkısı (toplumsal açıdan haberin değeri, haberin geleceğe ışık tutan niteliği) habere konu kişinin siyasetçi veya ünlü olup olmadığı, haber veya makalenin konusu, bu bağlamda haberin olgusal gerçekler ya da değer yargısı içerip içermediği, halkın ilgili veriye yönelik ilgisi gibi hususların her somut olay açısından incelenmesi gerekmektedir…
Bu bağlamda unutulma hakkı kapsamında ifade ve basın özgürlükleri ile şeref ve itibarın korunması hakkı arasındaki dengenin sağlanması açısından 5651 sayılı Kanun kapsamında yukarıda belirtilen önlemler alınabilir. Ancak alınacak tedbirlerin Anayasa’nın 13. maddesi gereğince ölçülülük kriteri esas alınarak yapılması gereklidir. Nitekim kişinin şeref ve itibarına yönelik müdahaleleri unutulma hakkı gereğince engellemek için arşivde arama yapmaya imkân tanıyan haber ile kişi arasında ilişki kuran kişisel verilerin silinmesi, haberin anonim hâle getirilmesi, haber içeriğinin bir kısmına erişimin engellenmesi gibi birçok yöntem benimsenebilir. Bu bağlamda yargının görevinin, İnternet ortamının sağladığı kolaylıkla zamanla kişilerin itibarına yönelik müdahale oluşturan haberleri tamamen ortadan kaldırarak geçmişte meydana gelmiş olayların yeniden yazılmasını sağlamak olmadığı da dikkate alınmalıdır. İnternet haber arşivinin bir bütün olarak basın özgürlüğünün koruması altında olduğu unutulmamalıdır…
Anayasa Mahkemesi birçok kararında ifade özgürlüğünün sadece düşünce ve fikirleri yayma özgürlüğünü değil haber ve fikirlere ulaşma özgürlüğünü de kapsadığını vurgulamıştır (Emin Aydın, B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 40; Kamuran Reşit Bekir [GK], B. No: 2013/3614, 8/4/2015, § 34). Bu bağlamda haber ve fikirlerin yayılmasını ve bunlara kamunun ulaşmasını kolaylaştıran İnternet’in toplum hayatındaki önemli rolü yadsınamaz. İnternet üzerinde arşiv oluşturma, aktüalitenin ve haberlerin saklanmasına ve erişilebilirliğine büyük ölçüde hizmet etmektedir. Bu nitelikteki arşivler özellikle doğrudan halkın erişimine açık ve genelde ücretsiz olmaları nedeniyle tarih eğitimi ve araştırma faaliyetleri için kaynak sunmaktadır. Öte yandan demokratik bir toplumda basının ilk işlevi olan “gözetleyici” rolünün bir sonucu da arşivlerin halkın erişimine sunulmasıdır (Wegrzynowski ve Smolczewski/Polonya, B. No: 33846/07, 16/7/2013, § 59; Times Newspapers Ltd/Birleşik Krallık (No. 1 ve 2), B. No: 3002/03 23676/03, 10/3/2009, §§ 27, 45). Bu nedenle İnternet’te tutulan arşivlerin, ifade ve basın özgürlükleri kapsamında olduğu açıktır. Dolayısıyla İnternet’te yayımlanan ve gazetecilik faaliyeti kapsamında kabul edilen bir haber arşivinin yayından kaldırılması basın özgürlüğüne yönelik bir müdahale teşkil eder.
Demokrasilerde devletin eylem ve işlemlerinin, adli ve idari yetkililerin olduğu kadar basının ve aynı zamanda kamuoyunun da denetimi altında bulunması gerekmektedir. Yazılı, işitsel ve görsel basın; kamu gücünü kullanan organların siyasi kararlarını, eylemlerini ve ihmallerini sıkı bir denetime tabi tutarak ve vatandaşların karar alma süreçlerine katılımını kolaylaştırarak demokrasinin sağlıklı bir şekilde işlemesini ve bireylerin kendilerini gerçekleştirmelerini güvence altına almaktadır (Kadir Sağdıç, § 50). Bu sebeple basın özgürlüğü, herkes için geçerli ve yaşamsal öneme sahip bir özgürlüktür (AYM, E.1997/19, K.1997/66, 23/10/1997).
AİHM, birçok kez demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rolün altını çizmiştir. Her ne kadar başkalarının şöhret ve haklarının korunmasıyla ilgili olarak bazı sınırları aşmaması gerekse de basının, görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak kamu yararını ilgilendiren her konuyu iletme görevi vardır. Basının böyle konularda bilgi ve fikir yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkı eklenir. AİHM’e göre bu görevi olmasaydı basın, vazgeçilmez “gözetleyicilik” işlevini yerine getiremezdi (Bladet Tromso ve Stensaas/Norveç [BD], B. No: 21980/93, 20/5/1999, §§ 59, 62; Pedersen ve Baadsgaard/Danimarka [BD], B. No: 49017/99, 17/12/2004, § 71).
İfade özgürlüğü ile onu tamamlayan ve ifade özgürlüğünün kullanılmasını sağlayan basın özgürlüğü, Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlükleri sınırlama rejimine tabidir. Anayasa’nın 28. maddesinin dördüncü fıkrasında basın özgürlüğünün sınırlanmasında 26. ve 27. madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Böylece basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü ile ilgili genel hüküm niteliğindeki 26. madde ile sanatsal ve akademik ifadelerle ilgili 27. maddedeki sınırlama rejimine tabi tutulmuştur. Basın özgürlüğüne yönelik diğer sınırlamalar ise 28. maddenin beşinci ve izleyen fıkralarında yer almıştır. Basının, Anayasa’nın 26., 27. ve 28. maddelerinde sayılan sınırlandırmalardan biri olan “başkalarının şöhret veya haklarının, özel veya aile hayatlarının” korunması için konmuş olan sınırlandırmalara uyması gerekir (Kadir Sağdıç, § 55; İlhan Cihaner (2), § 62). Bu itibarla “başkalarının şöhret veya haklarının, özel veya aile hayatlarının” korunması bağlamında şeref ve itibarın korunması hakkının etki alanını genişletmenin ifade ve basın özgürlüklerinin ihlali sonucunu doğurabileceği hatırda tutulmalıdır…
Bu sebeple Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan şeref ve itibarın korunmasını isteme hakkı ile başvuruya konu İnternet haber arşivinin Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü arasında Anayasa Mahkemesi içtihadında ortaya konulan kriterlere uygun şekilde bir denge kurulması gerekmektedir. Ancak geçmişteki olayların arşivlenmiş olması hâlinde çatışan haklar arasındaki dengelemenin güncel olaylara ilişkin yapılan haberlerden daha farklı yorumlanması makul kabul edilmelidir. Bu bağlamda, basının yayımladığı haberlerin gerçekliğine ilişkin olarak sorumluluk bilinci ile hareket etmesi (Kadir Sağdıç, §§ 53, 54; İlhan Cihaner (2), §§ 60, 61) gerekliliği, güncel haberlere nazaran doğası itibarıyla eskiyen ve yayımlanması ivedilik ve zorunluluk arz etmeyen geçmişe ilişkin haberler bakımından daha katı görünmektedir. Ancak yapılacak dengelemede haber arşivinin de Anayasa’nın 26. ve 28. maddeleri bağlamında güvence altına alındığı gözönünde tutulmalıdır. “
şeklinde özellikle basın özgürlüğü ile korunması gereken kişilik haklarının çatışması durumunda hassas bir denge kurulması zorunluluğundan, internet haber arşivinin de basın özgürlüğü kapsamında korunması gerekliliğinden bahsedilmektedir.
Dairenin, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17/6/2015 tarihli ve E.2014/4-56, K.2015/1679 sayılı kararına atıfta bulunduğu, 05/06/2017 tarihli ve 2016/15510 E. 2017/5325 K. sayılı kararında;
“…Unutulma hakkına gelince; unutulma hakkı ve bununla ilişkili olan gerektiği ölçüde ve en kısa süreliğine kişisel verilerin depolanması veya tutulması konuları, aslında kişisel verilerin korunması hakkının çatısını oluşturmaktadır. Her iki hakkın temelinde bireyin kişisel verileri üzerinde serbestçe tasarruf edebilmesini, geçmişin engeline takılmaksızın geleceğe yönelik plan yapabilmesini, kişisel verilerin kişi aleyhine kullanılmasının engellenmesini sağlamak yatmaktadır. Unutulma hakkı ile geçmişinde kendi iradesi ile veya üçüncü kişinin neden olduğu bir olay nedeni ile kişinin geleceğinin olumsuz bir şekilde etkilenmesinin engellenmesi sağlanmaktadır. Bireyin geçmişinde yaşadığı olumsuz etkilerden kurtularak geleceğini şekillendirebilmesi bireyin yararına olduğu gibi toplumun kalitesinin gelişmişlik seviyesinin yükselmesine etkisi de tartışılmazdır.
Unutulma hakkı; üstün bir kamu yararı olmadığı sürece, dijital hafızada yer alan geçmişte yaşanılan olumsuz olayların bir süre sonra unutulmasını, başkalarının bilmesini istemediği kişisel verilerin silinmesini ve yayılmasının önlemesini isteme hakkı olarak ifade edilebilir…”
Şeklinde unutulma hakkı kapsamında gerekli şartların oluşması halinde, internet arşivinde yer alan ve kişilik haklarını ihlal eden internet yayınlarının erişime engellenmesinin mümkün olabileceği değerlendirilmiştir.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında kanun yararına bozmaya konu somut uyuşmazlık değerlendirildiğinde;
Yargı organlarının; internet arşivinde kişilerin şeref ve saygınlığına yönelen, kişilerin özel hayatı ve kişisel verilerinin kamu yararına katkı sağlamayacak şekilde işlendiği görülen, güncelliğini yitiren, her an toplumun erişimine açık halde bulunan ve tarihsel bir veri olarak da kabul edilemeyeceği anlaşılan yayınlar hakkında; makul, haklı ve ispatlanabilir taleplerde bulunulması halinde, ifade ve basın özgürlüğünün özüne halel getirmemek şartıyla, “kişisel verilerin korunması” ve “unutulma hakkı” kapsamında “erişime engellenmesi” yönünde kararlar verebileceği değerlendirilmektedir.
Bu durumda bir İnternet yayınının unutulma hakkı kapsamında İnternet ortamından çıkarılabilmesi için;
– yayının içeriği,
– yayında kaldığı süre,
– güncelliğini yitirme,
– tarihsel bir veri olarak kabul edilememe,
– kamu yararına katkısı (toplumsal açıdan haberin değeri, haberin geleceğe ışık tutan niteliği)
– habere konu kişinin siyasetçi veya ünlü olup olmadığı,
– haber veya makalenin konusu, bu bağlamda haberin olgusal gerçekler ya da değer yargısı içerip içermediği,
– halkın ilgili veriye yönelik ilgisi gibi hususların her somut olay açısından birlikte değerlendirmeye tabi tutularak ayrıntılı şekilde incelenmesi gerekmektedir.
Keza Anayasa Mahkemesinin 04.10.2017 tarihli, 2014/18260 başvuru sayılı bireysel başvuru kararında;
“…Başvuru tarihi itibarıyla söz konusu haberlerin yayın tarihi üzerinden 5 yıl 3 aylık bir süre geçmiştir. Başvurucu Ş.A’nın Sulh Ceza Hâkimliğinden erişimin engellenmesi talebinde bulunduğu, sonrasında da Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yaptığı, bu süre içerisinde anılan suça ilişkin cezasının infaz edilmekte olduğu da tespit edilmiştir. Haberlerin yayın tarihi üzerinden geçen süre ile haklarında haber yapılan kişilerin kimlikleri de dikkate alındığında haberin güncelliğini ve kamuoyu ilgisini yitirdiği söylenemez. Bu bağlamda haberin konusu, içeriği ve ilk yayın tarihi üzerinden geçen süre gözönünde bulundurulduğunda toplumsal açıdan haber ve yazıların arşivde kolaylıkla ulaşılabilir kılınması için gerekli haber ve bilgilendirme değerinin devam ettiği, bu bağlamda unutulma hakkı kapsamında değerlendirilmeyi zorunlu kılacak şartların oluşmadığı belirlenmiştir. Sonuç olarak ifade ve basın özgürlükleri ile birlikte halkın haber alma ve bilgiye ulaşma hakkı birlikte değerlendirildiğinde başvuru konusu olayda, ifade ve basın özgürlükleri ile kişinin manevi bütünlüğünün korunması hakkı arasında adil bir dengenin kurulduğu, derece mahkemesinin takdir yetkisine müdahale etmeyi gerekli kılacak bir durumun bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır…”
Şeklindeki gerekçesiyle unutulma hakkının, basın özgürlüğü ile manevi bütünlüğün korunması hakkı arasında adil bir denge kurulması şartıyla korunmasının söz konusu olabileceğini, başvuranın kişiliği ve geçmişi göz önüne alındığında şayet haberin kamuoyu tarafından güncelliği ve toplumun habere olan ilgisi devam ediyorsa yargı organlarının takdir yetkisine müdahale edilmemesi gerektiğini belirtmiştir.
Uyuşmazlığa konu somut olayda; başvuranın, hakkında yürütülen soruşturma sürecine dair internet yayınında yapılan haber içeriğinde gerçek dışı, kişilik haklarını ihlal edici ifadeler bulunduğunu ve üzerinden yaklaşık 15 yıl geçmiş bulunmakla güncelliğini yitirmiş olan haberin internet arşivinde halen herkesin erişimine açık şekilde bulunmasının hukuka aykırı olduğunu belirterek sözü edilen yayının unutulma hakkı çerçevesinde erişime engellenmesini talep ettiği,
Yukarıda açıklanan kriterler kapsamında haber üzerinde yapılan incelemede, başvuruya konu internet yayınının 15 yıl öncesinde hazırlandığı ve halen yayında bulunduğu, haberin içeriğinin başvuran ve diğer suç ortakları hakkındaki soruşturma sürecine dair olması dolayısıyla tek başına tarihsel bir veri olarak kabul edilemeyeceği, habere konu kişinin siyasetçi veya ünlü bir kişi olmaması dolayısıyla başvuranın şeref ve haysiyetinin diğerlerine nazaran daha yüksek bir düzeyde korunması gerekmekle birlikte;
Başvuranın habere konu edilen “suç örgütüne üye olma ve silahlı ihkak-ı hak” suçlarından yargılandığı, dolayısıyla haberin yapıldığı tarihte haberin içeriğinin maddi bir gerçekliğe işaret ettiği, haberin yapıldığı tarihte güncel ve kamuoyunun dikkatini çeken bir olaya ilişkin olarak yapıldığı, başvuran iş adamının ticari faaliyetlerinin kişiliğinden ve adli sicil kaydından bağımsız olarak ele alınıp değerlendirilemeyeceği, dolayısıyla başvuran hakkındaki haberin ticaret hayatında ve kamuoyunda güncelliğini yitiren bir haber olarak kabul edilemeyeceği, öte yandan haberin toplumun başvuran iş adamı hakkında bilgi alma hakkı yönünden ve geleceğe ışık tutması açısından kamu yararına katkısının devam ettiği, haberin verilme tarzı bakımından doğrudan başvuranın kişilik hakkını ihlal etmek amacıyla yapılmadığı, haberin veriliş amacının ve içeriğinin olay tarihinde pek çok kişinin dolandırıldığı ve kamuoyunda “Ahtapot Çetesi” olarak bilinen soruşturma kapsamında yürütülen işlemler hakkında kamuoyunu aydınlatmak olduğu, sanığın habere konu olay nedeniyle açılan kamu davasında yargılandığı ve örgüt üyeliğinden mahkum olduğu, kararın Yargıtayca onanarak kesinleştiği anlaşılmakla,
Erişimin engellenmesi talep edilen haberin, toplum açısından güncelliğini ve kamuoyu ilgisini yitirmediği, bu haliyle yayınlanmaya devam eden haberin kişilik haklarını ihlal etmediği internet yayınlarının internet arşivinde kolaylıkla ulaşılabilir kılınması için gerekli haber ve bilgilendirme değerinin devam ettiği, bu bağlamda “unutulma hakkı” kapsamında değerlendirilmeyi zorunlu kılacak şartların oluşmadığı, dolayısıyla mahkemece verilen erişimin engellenmesi talebinin reddine dair kararın yerinde olduğu, basın özgürlüğü ile kişilik hakkı arasında kurulması gereken dengenin ölçülü bir şekilde kurulduğu sonuç ve kanaatine varılmakla,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yukarıda belirtilen sebeplerle yerinde görülmediğinden, kanun yararına bozma talebinin reddine, … tarihinde oy birliğiyle karar verildi.” şeklindedir.
Yargıtay Hukuku Genel Kurulu’nun 2014/4-56 esas 2015/1679 karar sayılı kararında;
“Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen kararın incelenmesi taraflar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin … sayılı ilamıyla;
“… Mahkemece, adı geçen eserde davacı ve diğer kişilerin isimlerinin kodlanmadan açıkça yazıldığı, söz konusu olayların anlatımında açıkça isim belirtmenin kitap içeriğine bir fayda sağlamadığı gibi, davacının isminin geçtiği olayın hassasiyeti ve Türk toplum yapısı da göz önünde tutulduğunda, yurt çapında dağıtımı ve satışı yapılan bir kitapta, bu tür bir olayla davacının adının açıkça belirtilmesinin davacının kişilik haklarını zedelediği, çevresine karşı davacıyı zor duruma düşürdüğü gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Bilimsel bilgi, taşıdığı özellikler dolayısıyla fikir üretiminin en yüce değer ve biçimi olma niteliğine haizdir ve herşeyden önce, insanlığın gerçekliğe ulaşması bakımından önemli bir araç sayılır. Bu durum, bilimsel bilgi ve onu üreten araştırmacının geniş bir özgürlük alanında bulunmasını gerektirir. Bilimi serbestçe öğrenme, araştırma, yayma ve öğretme haklarını içeren bilim özgürlüğü Anayasada kişisel haklar arasında (madde 27) düzenlenmiştir. Anılan madde de herkesin bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama ve yayma ve bu konularda araştırma yapma hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Keza, AB Temel Haklar Bildirgesinin 13. maddesinde “sanat ve bilimsel araştırma kısıtlamaya tabi olmamalıdır. Akademik özgürlüğe saygı gösterilmelidir” ibaresine yer verilmiştir. Bu bağlamda bilimsel özgürlük, bilimsel bir etkinlikte bulunan veya böyle bir faaliyette bulunmak isteyen tüm bireylere tanınmış ve bu bireylerin kişiliğine sıkı sıkıya bağlı kalmış, öznel temel haktır.
Taşıdığı önem dolayısıyla insan hakları belgelerine giren bilim özgürlüğü, araştırma özgürlüğünü, araştırma için zorunlu araçlara ve ortama sahip olma hakkını ve bilimsel üretme özgürlüğü veya bilgilendirme ve yayın hakkını içerir. Bu çerçevede bilim adamı bilimsel metotlarını kullanarak araştırma yapma hakkına ve bu araştırmanın sonuçlarını yayma hakkına sahip olacak, kural olarak bu konularda dış bir engelle karşılaşmayacaktır. Hatta bu konularda karşılaşacağı maddi ve manevi engeller devlet tarafından ortadan kaldırılacaktır.
Düşünce özgürlüğünün bir alt kategorisi olan fakat, üretilmesindeki özel çabanın ya da emeğin doğal sonucu olarak, sıradan düşünceye göre daha sistematik ve derin sayılması gereken bilimsel eserler, kural olarak ancak kendi ilkeleri çerçevesinde sınır tanırlar ve istisnaen ancak insan yaşamına yönelen bir tehlike olasılığında kısıtlanabilirler. Bunun ötesine geçilerek yapılan sınırlamalar, toplumun bilimsel düşüncelerle buluşmasını önleyebilecek ve dolayısıyla gerçekliğe ulaşılmasını engelleyebilecektir. Bu bakımdan bilimsel özgürlük hukuki rejim ve yaptırım açısından diğer entelektüel özgürlüklere göre daha mutlak bir özgürlük rejiminden yararlanmasını gerektirir. Fakat tüm özgürlüklerde olduğu gibi bilimsel özgürlük de sınırsız değildir. Bilim özgürlüğü ile kişilerin, kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda somut olaydaki olgular itibariyle koruma altına alınmış bulunan bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerekecektir.
Davaya konu olayda; bilimsel araştırma özgürlüğü kapsamında, aleniyet kazanmış ve kamu malı haline gelmiş Yargıtay ilamı, tarafların isimleri kodlanmadan davalıların yazmış oldukları Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu adlı altı ciltlik bilimsel çalışma ürünü olan kitapta yayınlanmıştır. Adı geçen eserin bilimsel nitelikli bir çalışma olduğu, kamuya açık hale gelen Yargıtay kararının bilimsel çalışma ürünü olan kitapta olduğu gibi yer almasından dolayı yukarıda anlatılan ilkeler ğereği davalıların sorumlu tutulamayacağı, çatışan yararlar dengesinin davacı aleyhine bozulmadığı, bu olayın davacının kişilik haklarına saldırı teşkil etmeyeceği gözetilerek davanın tümden reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Dava, kişilik hakkına saldırı nedenine dayalı tazminat istemine ilişkindir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalılar Osman Yaşar, Hasan Tahsin Gökçan ve Mustafa Artuç tarafından yayına hazırlanan ve davalılardan Adalet Basın Yay. Dağıtım San ve Tic. Ltd. Şti tarafından basılan eserde yer alan kararda, davalının isminin rumuzlanmadan ve rızası alınmadan açık bir şekilde yazılmasının kişilik hakkında saldırı oluşturup oluşturmayacağı noktasında toplanmaktadır….
Önümüze gelen sorunun temelinde unutulma hakkı ve bunun sonucu olan kişisel verilerin ve kişilik hakkının korunması ile bilim ve sanat hürriyetinin birbiri karşısında sınırlarının belirlenmesi yatmaktadır. Sorunun çözümünde dikkat edilmesi gereken husus, bilim ve sanat özgürlüğü ile bireyin temel hakları arasında adil bir dengenin kurulmasıdır.
Kişisel veri belli veya belirlenebilir olan gerçek veya tüzel bir kişiye ilişkin her türlü bilgiyi ifade eder. Avrupa Birliği’nin 95/46/EC sayılı Bireylerin Kişisel Verilerinin İşlenmesi ve Serbestçe Dolaşımı Karşısında Korunmasına İlişkin Direktif’in 2/a ve Kişisel Nitelikteki Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Şahısların Korunmasına Dair 108 sayılı Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin 2(a) maddelerinde benzer tanımlama yer almaktadır.
Kişisel verilerin korunması insan haklarıyla yakından ilişkilidir. Çünkü kişisel verilerin açıklanması öncelikle özel hayatın gizliliğini ihlal edilebileceği gibi bir takım diğer bağlantılı hakları da zarar görebilir.
AİHS’de kişisel verilerle ilgili bir hüküm yoktur. Ancak mahkeme konuyla ilgili kararlarında kişisel veri içeriğini doldurmuştur. Hemen ifade edilmesi gerekir ki kişisel verinin sayısal olarak sınırlandırılması mümkün değildir. Ancak içtihatlar ve akademik yayınlar dikkate alındığında bireyin kimliğini ortaya çıkartan, bir kişiyi belirli kılan ve karakterize eden kişinin kimlik, ekonomik ve dijital bilgileri, tabiiyeti, kanaatleri, ırk, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep veya diğer inançları, dernek, vakıf ve sendika üyeliği, sağlık bilgileri, fotoğrafları, parmak izi, sağlık verileri, telefon mesajları, telefon rehberi, sosyal paylaşım sitelerinde yazdığı veya paylaştığı yazı, fotoğraf, ses veya görüntü kayıtları kişisel verileri olarak kabul edilebilir.
Kişisel verilerin korunması, çağımızda, insan hakları kavramı ve korunması bilincinin gittikçe gelişmesine paralel olarak önemini artırmaktadır. Kişisel verilerin korunması hakkının temel amacı, bireyin özel yaşamının gizliliğinin güvence altına alınması yoluyla kişiyi korumaktır. Bilgi toplumunda giderek oldukça önemli bir konu haline gelen kişisel verilerin korunması hakkı, bireyin, demokratik bir hukuk devletinde özgür iradesiyle kendi yaşamını bizzat düzenleyebilmesinin bir gereği olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer taraftan bireyin kişiliğini serbestçe geliştirmesi, kişiliğinin korunması ve özgür bireylerden oluşan bir toplum düzeninin oluşturulması, ancak bireyin kişisel verilerine ilişkin hakkının korunmasıyla mümkündür. Bu hak yukarıda ifade edildiği üzere TC Anayasası’nın 20/2 maddesinde açık bir şekilde düzenlenmiştir.
Unutulma hakkına gelince; unutulma hakkı ve bununla ilişkili olan gerektiği ölçüde ve en kısa süreliğine kişisel verilerin depolanması veya tutulması konuları, aslında kişisel verilerin korunması hakkının çatısını oluşturmaktadır. Her iki hakkın temelinde bireyin kişisel verileri üzerinde serbestçe tasarruf edebilmesini, geçmişin engeline takılmaksızın geleceğe yönelik plan yapabilmesini, kişisel verilerin kişi aleyhine kullanılmasının engellenmesini sağlamak yatmaktadır. Unutulma hakkı ile geçmişinde kendi iradesi ile veya üçüncü kişinin neden olduğu bir olay nedeni ile kişinin geleceğinin olumsuz bir şekilde etkilenmesinin engellenmesi sağlanmaktadır. Bireyin geçmişinde yaşadığı olumsuz etkilerden kurtularak geleceğini şekillendirebilmesi bireyin yararına olduğu gibi toplumun kalitesinin gelişmişlik seviyesinin yükselmesine etkisi de tartışılmazdır.
Unutulma hakkı; üstün bir kamu yararı olmadığı sürece, dijital hafızada yer alan geçmişte yaşanılan olumsuz olayların bir süre sonra unutulmasını, başkalarının bilmesini istemediği kişisel verilerin silinmesini ve yayılmasının önlemesini isteme hakkı olarak ifade edilebilir.
Bu hak bir yandan kişiye “geçmişini kontrol etme”, “belirli hususların geçmişinden silinmesini ve hatırlanmamayı isteme hakkı” sağladığı gibi, diğer yandan muhataplarına kişi hakkındaki bir kısım bilgilerin üçüncü kişilerin kullanmamasını veya üçüncü kişilerin hatırlamamasına yönelik önlenmeleri alma yükümlülüğü yükler. Bu hakkın; bireylerin fotoğraf, internet günlüğü gibi kendileri hakkındaki içerikleri silmek için üçüncü şahısları zorlamayı içermesinin yanında geçmişteki cezalarına ilişkin bilgilerin veya haklarında olumsuz yorumlara neden olabilecek bilgi ve fotoğraflarının kaldırılmasını isteme hakkını tanıdığı kabul edilmektedir. Diğer taraftan bu hak, bireyin geçmişindeki belirli yönlerinin mümkün olmayacak biçimde hatırlanmaması için önlemler alınmasını gerektirmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin 8. maddesinde yer alan özel yaşama saygı hakkı altında korunan “mahremiyet hakkı”nın, bireyin kendisi hakkındaki bilgileri kontrol edebilmesi şeklindeki hukuki çıkarlarını da içerdiği ifade edilmektedir. Zira bireyin kendisine ait herhangi bir bilginin, kendi rızası olmaksızın açıklanmaması, yayılmaması ve bu bilgilere başkalarının ulaşamaması kısacası kişisel verilerinin mahrem kalması konusunda hukuki menfaati bulunmaktadır. ( Gülay Arslan Öncü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde Özel Yaşamın Korunması, Beta Yayınları, İstanbul 2011, s.182)
Kişiye unutulma hakkının sağlanması ile birlikte özel hayatının gizliliği korunmuş olacaktır.
Somut olaya bu kapsamda bakıldığında; davacı, kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanarak, müteselsilen cinsel saldırı suçunun mağdurudur. 2006 yılında gerçekleşen eylem tarihinde davacı bekâr olup maruz kaldığı eylem geleceği açısından etkilidir. Yapılan yargılama sonunda kamu görevlisi olan sanık ceza almıştır. Temyiz istemi üzerine yapılan inceleme sonunda ise hüküm 2009 yılında onanmıştır. Mağdur davacı gerek hazırlık gerekse de yargılama sırasında cinsel saldırının nasıl gerçekleştiğini açık bir şekilde anlatmış, bu anlatımlar doğal olarak karar metnine geçirilmiştir. Karar mağdur ve sanığın ismi rumuzlanmadan 2010 yılı nisan ayında yayınlanan kitapta yer almıştır.
Hemen ifade edilmelidir ki; davacının rızası dışında bir kitapta geçen ismi kişisel veri niteliğindedir.
Ayrıca şunun da ifade edilmesi gereklidir ki; unutulma hakkı tanımlarına bakıldığında her ne kadar dijital veriler için düzenlenmiş ise de, bu hakkın özellikleri ve bu hakkın insan haklarıyla arasındaki ilişkisi dikkate alındığında; yalnızca dijital ortamdaki kişisel veriler için değil, kamunun kolayca ulaşabileceği yerde tutulan kişisel verilere yönelik olarak da kabul edilmesi gerektiği açıktır.
Davacı, geçmişte yaşadığı kötü bir olayın toplum hafızasından silinmesini istemektedir. Unutulma hakkı ile geçmişindeki yaşanan talihsiz bir olayın unutularak geleceğini serbestçe şekillendirmek, diğer bir deyişle hayatında, yeni bir sayfa açma olanağı istemektedir. Kaldı ki, davacı da yargılama sırasında verdiği dilekçelerinde bu istem üzerinde ısrarla durmuştur. Davacı unutulma hakkı ile özel hayatına ilişkin kişisel verilerinin üçüncü kişiler tarafından bilinmemesini, aradan geçen süre nedeniyle toplum hafızasından silinmesini istemektedir.
Bu bağlamda değerlendirildiğinde; 4 yıl önce gerçekleşen bir olayın mağduru olan kişinin adının açık bir şekilde yazılarak kitapta yer alması halinde unutulma hakkının bunun sonucunda da davacının özel hayatının gizliliğinin ihlal edildiği kabul edilmelidir. Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın “Google Kararı”nda açıkladığı gibi ilgili verinin kamu hayatında oynadığı önemli rol ve halkın ilgili veriye yönelik yoğun ilgisi şeklinde, üstün bir kamu yararını ortaya koyan özel sebepler bulunmadığına göre bilimsel esere alınan kararda kişisel veriler açık bir şekilde yer almamalıdır.
Görüşmeler sırasında azınlıkta kalan üyeler mahkeme kararlarında yer alan isimlerin rumuzlanmasına gerek olmadığını, yargılamanın istisnalar haricinde açık bir şekilde yapıldığını hükmün alenen tefhim edildiğini, bu nedenle özel hayatın gizliliğinin ihlal edilmediğini savunmuşlar ise bu görüş “sorunun mahkeme kararlarında isimlerin rumuzlanmadan yer alması değil, kararların kitaba alınması sırasında rumuzlanması gerekip gerekmediği sorunu olduğu” gerekçesi ile kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.
O halde davacının isminin rumuzlanmadan kitapta yer almasının unutulma hakkını ve bunun neticesinde özel hayatın gizliliğini ihlal ettiği dikkate alındığında davacı lehine manevi tazminat koşullarının gerçekleştiğinin kabulü zorunludur.” denilmiştir.
Genetik mühendisliğindeki gelişmeler: İnsan onurunun korunması hakkı
Günümüzde genetik biliminin ulaştığı gelişmeler, yeni bazı insan haklarından bahsedilmesi ihtiyacını doğurmuştur. Zira bu yeni haklar olmaksızın, mevcut gelişmeler karşısında insan onuru korunamayacaktır. Kök hücre, insan kopyalanması, belirli bir insan organının üretilmesi gibi alanlardaki gelişmeler, doğrudan doğruya insan haklarının öznesini oluşturan “insan” denen varlığın anlamı ve korunması ile ilgili ciddi ahlaki ve hukuki sorunları doğurmuştur. Bütün insan haklarının nihai amacı insan onurunun korunmasıdır. Ama genetik bilimindeki gelişmeler karşısında insan onurunun özel bir şekilde korunması gerekmektedir.
İnsan hakları günden güne çeşitleniyor ve sayıları günden güne artıyor. Öyle ki günümüzde “insan hakları enflasyonu“ndan bahsediliyor. Eğer insan hakları para olsaydı bolluğundan devalüasyona uğrardı.
Her ne kadar hak ve hürriyetler konusunda çeşitli ayrımlar yapılıyorsa da, hak ve hürriyetler bir bütündür. Bir kişi ancak, hak ve hürriyetlerin bütününe sahip olmak şartıyla özgür olabilir. Şüphesiz ki, kişinin özgür olması için her şeyden önce negatif statü haklarına, yani bireysel haklara sahip olması gerekir. Ancak, kişi aç ise, evsiz ise bu haklara sahip olmasının bir anlamı kalmaz. O nedenle kişinin pozitif statü haklarına, yani sosyal haklara da sahip olması gerekir. Nihayet, bu bireysel ve sosyal haklara sahip olan kişinin, aktif statü haklarına yani siyasal haklara da sahip olması gerekir. Çünkü yönetimine katılamadığı bir devlette kişinin bu hakları geri alınabilir. Görüldüğü gibi hürriyet özünde bütündür, buna “hürriyetin monizmi” ismi verilir.
V. BAĞLAYICILIKLARINA GÖRE HAK VE HÜRRİYETLERİN TASNİFİ: PROGRAM HAKLAR – NORMATİF HAKLAR AYRIMI
Anayasalar tarafından tanınan hak ve hürriyetlerin, sadece ahlaki, felsefi veya siyasi değil, aynı zamanda hukuki değeri de var mıdır? Açıkçası, temel hak ve hürriyetler, hukuken bağlayıcılık gücüne sahip midirler? Daha da açıkçası anayasa tarafından tanınan her hak ve hürriyet mahkemeler önünde ileri sürülebilir mi? Anayasa tarafından tanınan hak ve hürriyetlerin süjelerinin bu hak ve hürriyetlerin gerçekleştirilmesi konusunda talep ve dava hakları var mıdır?
Bu soruya cevap verirken anayasa hukuku literatüründe program haklar-normatif haklar veya program hürriyetler -norm hürriyetler şeklinde ayrımlar yapılmaktadır. Bu ayrımı yapanlara göre, hak ve hürriyetlerin türleri arasında bağlayıcılık bakımından farklar vardır.
Kişi hürriyeti, kişi güvenliği, konut dokunulmazlığı, özel hayatın gizliliği gibi bireysel hak ve hürriyetlerin ve keza seçme ve seçilme hakkı, siyasi parti kurma hakkı gibi siyasal hak ve hürriyetlerin, norm hürriyetler veya normatif haklar oldukları tartışmasız olarak söylenebilir. Yani bu tür hak ve hürriyetler hukukun bağlayıcı olan hak ve hürriyetlerdir. Dolayısıyla bunlar mahkemeler huzurunda ileri sürebilirler. Bunların yerine getirilmesi için dava açılabilir.
Ancak aynı şeyi sosyal haklar için söylemek güçtür. Sosyal haklar, devlete onları gerçekleştirme ödevi yükler. Ancak bu haklar, neticede para ile gerçekleştiği için, bunları düzenleyen anayasal hükümleri ne derse desin, ne kadar kesin ifadeler kullanırlarsa kullansınlar, bunların yerine getirilmesi kaçınılmaz olarak devletin mali imkanlarına bağlıdır. Dolayısıyla sosyal hakların birer normatif haklar olmadığı, program haklar niteliğinde haklar olduğu, bunların devlete yol gösterdiği, rehberlik ettiği söylenebilir. Devlet bu hakları gerçekleştirme amacıyla bağlıdır. Ama bu hakları derhal ve ne olursa olsun gerçekleştirmek zorunda olamaz. Zaten bu fiziken mümkün bir şey değildir. Nitekim İtalyan Anayasa Mahkemesi, devletin mali imkanları ile gerçekleşebilecek bir hakkın ne zaman ve hangi araçlarla nasıl gerçekleştirileceğine karar verme yetkisinin sadece yasama organına ait olduğuna hükmetmiştir. Benzer bir şekilde 1982 Türk Anayasası (m.65) sosyal hakları devletin mali imkanları ölçüsünde yerine getireceğini açıkça hüküm altına almıştır. Dolayısıyla sosyal haklar, ayrıca kanunda düzenlenmedikçe, bireylere subjektif bireysel haklar vermez. Dolayısıyla bireyler, ayrıca kanunlarla öngörülmedikçe, sosyal haklarının yerine getirilmesi için devlete karşı dava açamazlar.
Hak ve hürriyetlerin arasında hiyerarşi var mıdır? Şüphesiz ki değerleri bakımından hürriyetler arasında hiyerarşi olduğu düşünebilir. Örneğin yaşama hakkının seyahat hürriyetinden daha değerli olduğu söylenebilir. Ancak, hukuk teorisi bakımından kural olarak, aynı anayasa tarafından tanınmış temel hak ve hürriyetler arasında hiyerarşi kurulması mümkün değildir. Çünkü pozitif bir hukuk sisteminde, temel hak ve hürriyetler arasında hiyerarşi kurulabilmesi için bu hak ve hürriyetleri tanıyan anayasa hükümleri arasında hiyerarşinin olması gerekir ki, bu mümkün değildir. Anayasanın bütün maddeleri, hukuki geçerliliklerini aynı kurucu iktidardan alır ve hepsi normlar hiyerarşisinde aynı basamakta bulunur. Anayasa normları arasında hiyerarşi yok ise, bu normlardan kaynaklanan temel hak ve hürriyetler arasında da hiyerarşi yoktur.
Bununla birlikte, korunma düzeyleri bakımından hak ve hürriyetler arasında bunları tanıyan hukuk normlarının normal hiyerarşisinde işgal ettikleri sıraya göre farklılık olabilir. Anayasa tarafından tanınan bir hak ve hürriyete ancak anayasa ile veya istisnaen anayasanın kendisinin öngördüğü usul ve şartlara uygun olarak (örneğin Türkiye’de Anayasanın 13. maddesindeki şartlara uyarak) kanunla dokunulabilir. Böyle bir durumda da kanun koyucu, anayasanın öngördüğü güvencelere aykırı düzenlemeler yapamaz. Anayasa tarafından değil, sadece kanunla tanınmış bir hak ve hürriyete ise kanun koyucu kanunla istediği gibi dokunabilir. Anayasayla, kanunla veya idarenin düzenleyici işlemleri ile düzenlenmemiş bir hak ve hürriyet söz konusu ise bu hak ve hürriyetin çok daha güvencesiz bir durumda bulunduğunu söyleyebiliriz. Buna göre anayasa ile tanınan hak ve hürriyetlerin diğer hak ve hürriyetlere göre daha güvenceli olduğu söylenebilir.

UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Necmettin İlhan’a ait olup, Avukatlık Kanunu ve Türkiye Barolar Birliği’nin meslek kuralları bağlamında sadece bilgi amaçlı olarak temin edilmektedir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir. Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere ncm.ilhan@gmail.com adresine gönderebilirler.