Hukuki Makaleler

Haksız Yakalama, Tutuklama veya Tutukluluğun Devamına Karar Verilmesi Halinde CMK.nın 141-142 Maddeleri Kapsamında Tazminat Davası Açılabilmesi İçin Dayanak Kararın Kesinleşmesi Gerekir mi? Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara – Avukat Necmettin İlhan

Ceza Genel Kurulu  2024/286 E.  ,  2025/72 K.

Mevzuat

Haksız ve hukuka aykırı olarak yakalanan veya tutuklanan kimselere tazminat ödenmesi, ülkemizde ilk kez 1961 Anayasası‘nın 30. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan maddede yakalama ve tutuklamanın hangi hâllerde söz konusu olacağı açıklandıktan sonra; “Bu esaslar dışında işleme tâbi tutulan kimselerin uğrayacakları her türlü zararlar kanuna göre Devletçe ödenir.” hükmü yer almıştır.


Anayasa’da yer alan bu düzenleme doğrultusunda, 15.05.1964 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki 466 sayılı Kanun’un 1. maddesinde yedi bent hâlinde, tazminatı gerektiren durumlar ayrıntılı olarak belirtilmiş, 466 sayılı Kanun’un 1. maddesinin 8. bendinde yer alan aynı tür suçtan mahkûm olanlar, itiyadi suçlular ve suç işlemeyi meslek veya geçinme vasıtası hâline getirenlerin tazminat isteyemeyeceklerine ilişkin hüküm 10.01.1991 tarihli ve 3696 sayılı Kanun ile kaldırılmıştır.


Haksız yakalanan ve tutuklanan kimselere tazminat ödenmesi esası 1982 Anayasası’nda da sürdürülmüş, 19. maddede yakalama ve tutuklama şartlarına işaret edildikten sonra anılan maddenin son fıkrasında; “Bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, kanuna göre, Devletçe ödenir.” hükmüne yer verilmiştir.
Söz konusu hüküm 17.10.2001 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4709 sayılı Kanun’un 4. maddesi ile; “Bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir.” şeklinde değiştirilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. maddesinde de kişilerin özgürlüğünün hangi hâllerde sınırlandırılabileceği belirlenmiş, maddenin son fıkrasında bu şartlara aykırı davranılması durumunda mağdur olan herkesin tazminat istemeye hakkı olduğu esası kabul edilerek, kişilerin keyfî olarak özgürlüğünden yoksun bırakılmasının engellenmesi amaçlanmıştır.


1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun’un 18. maddesi ile 466 sayılı Kanun yürürlükten kaldırılmış, CMK’nın Yedinci Bölümü’nde, “Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat” ana başlığı altındaki 141 ilâ 144. maddelerinde, tazminat isteme şartları ve sonuçları yeniden kapsamlı bir şekilde düzenlenmiştir.

CMK’nın 141. Maddesi

Bu kapsamda CMK’nın “Tazminat istemi” başlıklı 141. maddesi şöyledir;
“(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,
c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,
e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,
f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,
g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,
h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,
i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,
j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,
k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan,
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.
(2) Birinci fıkranın (e) ve (f) bentlerinde belirtilen kararları veren merciler, ilgiliye tazminat hakları bulunduğunu bildirirler ve bu husus verilen karara geçirilir.
(3) (Ek:18/6/2014-6545/70 md.) Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.
(4) (Ek:18/6/2014-6545/70 md.) Devlet, ödediği tazminattan dolayı görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan hâkimler ve Cumhuriyet savcılarına bir yıl içinde rücu eder.”

Yakalama

Yakalama, suç şüphesi altında olan kişinin, henüz bir hâkim kararı olmaksızın özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. Yakalama, kişinin özgürlüğünün kısıtlandığı anda başlar ve durumun Cumhuriyet savcısına bildirilmesinden sonra Cumhuriyet savcısının emri ile gözaltına alma veya serbest bırakmaya kadar devam eder.


Yakalanan kişi, Cumhuriyet Başsavcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir. CMK’nın 91. maddesinin ikinci fıkrasında gözaltına almanın, bu tedbirin soruşturma yönünden zorunlu olmasına ve kişinin bir suçu işlediğini düşündürebilecek emarelerin varlığına bağlı olduğu düzenlenmişken 06.03.2014 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6526 sayılı Kanun’la bu fıkrada yer alan “işlediğini düşündürebilecek emarelerin” ibaresi “işlediği şüphesini gösteren somut delillerin” şeklinde değiştirilmiştir.

Tutuklama

Tutuklama ise şüpheli veya sanığın kaçmasını ya da delillerin karartılmasını yahut tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı kurulmasını önlemek amacıyla başvurulan bir koruma tedbiridir. Tutuklama kararı verilebilmesi için öncelikle, 6526 sayılı Kanun ile CMK’da yapılan değişiklik öncesi kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların, anılan Kanun’la yapılan değişiklik sonrası ise kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması gereklidir. Ayrıca bir tutuklama nedeni olmalı, ölçülülük ilkesine uyulmalı, tutuklama yasağı bulunmamalı, sanığa güvence belgesi verilmemiş olmalı, muhakeme şartı gerçekleşmeli, muhakeme ehliyeti bulunmalıdır. Hâkim veya mahkeme, kanunda yazılı tutuklama nedenleri bulunsa dahi tutuklama kararı vermek zorunda değildir.


Öte yandan, tutuklama kararı verildiği zamanki koşullar ileride değişip tutuklama nedenleri ortadan kalktığında, tutuklama kararının derhal geri alınması gerekir. Bunu yaparken mutlaka şüpheli veya sanık hakkında verilen tutuklama kararının hukuki temellerinin aradan geçen süre içinde varlığını koruyup korumadığının araştırılması zorunludur.


Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasına göre bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişiler yargılamanın makul sürede bitirilmesini isteme hakkına sahiptir. Tutuklu yargılanan kişinin yargılamanın makul sürede bitirilmesindeki menfaati, işin doğası gereği diğerlerine göre daha fazladır. Bu nedenle başta savcılıklar ve mahkemeler olmak üzere tüm kamu organları, tutuklu olarak sürdürülen soruşturma/kovuşturma sürelerinin (adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelere riayet edilmek koşuluyla) süratli bir şekilde sonuçlandırılması için özenli davranmalıdırlar (Anayasa Mahkemesi, Mehmet Ölmez, Başvuru No:2014/19800, 10.01.2019 tarihli). Buna uyulmaması sonucunda, tutuklu yargılanan şüpheli veya sanık hakkında, makul süre içinde hüküm verilmemesi tazminat nedeni olarak düzenlenmiştir.


Kişinin makul süre içinde hâkim önüne çıkarılmaması yahut geç çıkarılması, yargılamanın uzun sürmesi kişinin ruhen baskı altına alınması ve ceza adaletinin işkenceye, tutuklama tedbirinin cezaya dönüşmesi sonucunu doğurur. Dikkat edilmelidir ki, tutuklu yargılanmanın daha sonra verilen cezadan mahsup edilmesi, AİHS’nin 5/3. madde hükmünün ihlâlini önlememektedir. Devlet, ceza muhakemesi işlemleriyle suç şüphesi altındaki tutukluyu en kısa sürede yargılayarak suçlu ise cezasını en kısa sürede vermek zorundadır. Öyle ki Anayasa’nın 141. maddesi gereği davaların mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir. Nitekim muhakemede tutuklu bulunması durumunda devletin davayı hızlandırma yükümlülüğü daha da fazladır. Bu husus, AİHS’nin 5/3. maddesi bağlamında adil yargılanma hakkının sonucu olarak makul süre içinde davanın sona erdirilmesinin de bir gereğidir. Yargının inandırıcılığı ve etkinliğinin sağlanması bakımından devletten davayı veya işlemleri en kısa sürede ve en iyi şekilde, hukuka uygun davranarak çözümlemesi beklenir. Bunu gerçekleştirememekte kusursuz da olunsa devlet veya kamu görevlileri sorumluluk altına girebileceklerdir. Dolayısıyla tutuklu işlerle sınırlı olarak hakkında makul süre içinde hüküm verilmeyen kişi de tıpkı tutuklunun makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan kişi gibi tazminat talebinde bulunabilecektir.

CMK.nın 142. maddesi

CMK’nın tazminat istemenin koşulları başlığını taşıyan 142. maddesinin birinci fıkrasında; “Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde” bulunulabileceği hükme bağlanmış, 466 sayılı Kanun’un ikinci maddesinde ise; “zarar veren işlemlerin yapılmasına esas olan iddialar sebebiyle haklarında açılan dâvalar sonunda verilen kararların kesinleştiği veya bu iddiaların mercilerince karara bağlandığı tarihten itibaren üç ay içinde” uğranılan zararın tazmininin istenebileceği belirtilmiştir. 466 sayılı Kanundaki bu düzenleme nedeniyle, tazminat istemine konu davaların esasıyla ilgili verilen kararların kesinleşmesi veya verilen kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararların kesinleşmesinden itibaren dava açma süresinin başlayacağı kabul edilmiş, yerleşik uygulama bugüne kadar da bu şekilde sürdürülmüştür.


Asıl davanın sonucuna bağlı veya asıl davada verilecek kararları etkileyici talepler yönünden mutlaka davanın esasıyla ilgili verilen karar veya hükmün kesinleşmesi zorunludur.

CMK’nın 141. maddesinin 1. fıkrasının (e) ve (f) bentleri kapsamında dava açma süresinin başlayabilmesi için karar veya hükmün kesinleşmesi gerekir. Başka bir ifadeyle, kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlarına karar verilen, yine mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka davanın esasıyla ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek zorunluluğu bulunmaktadır. Zira davacının tazminat isteme hakkı bu hâllerde verilen karar veya hükmün kesinleşmesiyle doğmaktadır. Karar veya hükmün kesinleşmesi beklenilmeden davanın açılması hâlinde dava şartı bulunmadığından davanın reddine karar verilecektir. Zira doğmamış bir hakkın dava yoluyla talebi hukuken mümkün değildir.


Ancak CMK’nın “Tazminat istemi” başlıklı 141. maddesi incelendiğinde, bir kısım tazminat nedenleri konusunda karar verilmesi için, davanın esasıyla ilgili bir kararın verilmesi zorunluluğunun aranmadığı dolayısıyla bu nedenlere dayalı istemlerde, davanın sonuçlanmasına gerek bulunmadığı yasal düzenlemeden açıkça anlaşılmaktadır. Örneğin, gözaltı süresi yasada açıkça belirtilmiş olup yasadaki bu süre içinde hâkim önüne çıkarılıp çıkarılmadığının saptanmasının davanın esasıyla herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi bu konudaki talepler hakkında karar verilmesi için davanın esası hakkında karar verilmesine de gerek yoktur. Keza, kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan, yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, ya da hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen, kişilerin tazminat istemleri konusunda, asıl davada hüküm verilmesini veya verilen hükmün kesinleşmesini beklemek gerekmez. Zira bu talepler, asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talepler değildir.

Somut Olayda Hukuki Nitelendirme

Davacı vekilince 02.01.2018 havale tarihli dilekçe ile; davacının silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği isnadıyla 15.02.2017 tarihinde yakalanarak gözaltına alındığı, 21.02.2017 tarihinde tutuklandığı, hakkında açılan kamu davasının İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/58 esas sayılı dava dosyası üzerinden yürütüldüğü, 03.10.2017 tarihinde tahliye edildiği, haksız ve gerekçesiz olarak gözaltında tutulduğu ve 230 gün tutuklu kaldığı belirtilerek tazminat talebinde bulunulduğu anlaşılan dosyada;
Davacının CMK’nın 141. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalandığı, tutuklandığı veya tutukluluğunun devamına karar verildiği yönündeki tazminat istemi konusundaki talebinin asıl davanın sonucunu etkileyici veya bu davanın sonucuna bağlı olmaması nedeniyle tazminat talebine dayanak teşkil eden hükmün kesinleşmesinin beklenmesi zorunluluğunun bulunmadığı, gözaltında veya tutuklulukta geçen sürelerin davacının mahkûmiyeti hâlinde cezasından mahsubu imkânının bulunmasının da ulaşılan sonucu değiştirmeyeceği hususları birlikte dikkate alındığında; davacının talebinin CMK’nın 141. maddesinin birinci maddesinin (a) bendi kapsamında kalıp kalmadığı araştırılmaksızın davanın esasıyla ilgili henüz hüküm verilmediğinden ve derdest davalarda koruma tedbirlerine dayalı olarak başvuru yapılamayacağından bahisle davanın reddine karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır.
Bu itibarla, İlk Derece Mahkemesinin direnme kararına konu hükmünün, eksik araştırma ve yerinde olmayan gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelir.

UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Necmettin İlhan’a ait olup, Avukatlık Kanunu ve Türkiye Barolar Birliği’nin meslek kuralları bağlamında sadece bilgi amaçlı olarak temin edilmektedir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere ncm.ilhan@gmail.com adresine gönderebilirler.

KVKK AYDINLATMA METNİ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir