
Giriş
Türkiye’de kıyılar, Anayasa’nın 43. maddesi ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu uyarınca Devletin hüküm ve tasarrufu altında olup, herkesin eşit ve serbest kullanımına açıktır. Bu nedenle, bir işletmenin veya özel kişilerin kıyıyı kendi menfaatine kullanması, halka kapatması ya da kişilerin oturmasına engel olması hukuka aykırıdır.
Son yıllarda özellikle tatil beldelerinde görülen en büyük sorunlardan biri, plaj işletmeleri tarafından vatandaşların kıyı alanlarından yararlanmasının engellenmesidir. Bu tür olaylar, Türk Ceza Kanunu’nun 109. maddesinde düzenlenen “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu” kapsamında değerlendirilebilmektedir.
İlgili Mevzuat
TCK m.109 açıkça şunu düzenler:
- Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yerde kalmak veya bir yere gitmek özgürlüğünden yoksun kılmak, suçtur.
- Suçun tehdit, cebir, hile veya birden fazla kişi ile işlenmesi halinde ceza artırılır.
- Bu suçun mağduru, kıyı gibi kamuya açık bir alanda engellenen kişi olabilir.
Anayasa m.43 ve Kıyı Kanunu m.5/1 ise kıyıların herkesin eşit ve serbest kullanımına açık olduğunu açıkça belirtir. Dolayısıyla, bir işletmenin “burada oturamazsınız, şezlong kiralayın” şeklinde bir müdahalesi, hukuki dayanaktan yoksundur.
Sanıklar (Şüpheliler) Açısından Ne Yapılmalı?
- Savunma stratejisi: Sanıkların eylemlerinin “işletme düzenini sağlama” kapsamında olduğunu iddia etmesi hukuken yeterli değildir. Çünkü kıyılar kamuya aittir.
- Ceza davasında sanıklar, TCK 109 kapsamında ciddi hapis cezası ile karşılaşabilir.
- Bu nedenle, uzman bir ceza avukatı ile savunma hazırlanması, olası cezaların azaltılması veya beraat ihtimalinin değerlendirilmesi açısından önemlidir.
Mağdur (Müşteki) Açısından Ne Yapılmalı?
- Şikayet hakkı: Mağdur, kolluk kuvvetlerine (jandarma/polis) veya Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunmalıdır.
- Maddi veya manevi zarara uğramışsa, ayrıca tazminat davası açabilir.
- Anayasa ve Kıyı Kanunu uyarınca kıyılardan yararlanma hakkı anayasal teminat altındadır; bu nedenle mağdurun talebi kuvvetli hukuki dayanağa sahiptir.
- Mağdurun da süreci sağlıklı yürütebilmesi için ceza hukuku alanında uzman bir avukattan destek alması gerekir.
Uzman Ceza Avukatının Önemi
Bu tür davalarda:
- Suçun unsurlarının doğru tespiti,
- Tehdit, cebir ve birlikte işleme halleri açısından nitelikli unsurların değerlendirilmesi,
- Sanıklar için cezanın azaltılması veya beraat ihtimalinin araştırılması,
- Mağdur için ise hakların en etkin şekilde korunması ve tazminat sürecinin işletilmesi,
ancak deneyimli bir ceza avukatının hukuki desteği ile mümkündür. Özellikle kıyıların kamuya açık alan olması sebebiyle bu davalar, yalnızca bireysel hak ihlali değil, kamu yararı boyutu da olan davalardır.
Sık Sorulan Sorular (FAQ)
❓ Kıyıda şezlong kiralamadan oturabilir miyim?
Evet. Anayasa ve Kıyı Kanunu gereği kıyılar devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Herkes eşit ve serbest şekilde yararlanabilir.
❓ İşletme beni kıyıdan kaldırabilir mi?
Hayır. İşletmenin böyle bir yetkisi yoktur. Sadece kendi özel eşyalarını (şezlong, masa vb.) kullandırabilir, kıyıyı kimseye kapatamaz.
❓ Şezlong kullanmazsam denize girmem engellenebilir mi?
Hayır. Denize girmek veya kıyıya oturmak için şezlong kiralama zorunluluğu yoktur.
❓ Bu durumda suç oluşur mu?
Evet. Kişinin kıyıda oturmasına tehdit, cebir veya engelleme ile mani olunması, TCK m.109 kapsamında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu oluşturur.
❓ Ne yapmalıyım?
- Kolluk kuvvetlerine haber vermelisiniz.
- Savcılığa suç duyurusunda bulunabilirsiniz.
- Uzman bir ceza avukatından destek alarak hukuki süreci başlatabilirsiniz.
Sonuç
Kıyılar herkesin ortak kullanımına açık alanlardır. Bir işletmenin, vatandaşların kıyıda oturmasına engel olması ve tehdit içeren davranışlarda bulunması TCK 109 kapsamında suç oluşturur.
Bu tür durumlarda hem mağdurun haklarının korunması hem de sanıkların doğru şekilde savunma yapabilmesi için uzman bir ceza avukatıyla çalışılması büyük önem taşır.
Yargıtay Kararları
A. İlgili Mevzuat ve Uyuşmazlık Konusuna İlişkin Açıklamalar
TCK’nın “Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” başlıklı 109. maddesi şöyledir;
“(1) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(3) Bu suçun;
a) Silahla,
b) Birden fazla kişi tarafından birlikte,
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
d) Kamu görevinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e) Üstsoy, altsoy veya eşe karşı,
f) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
İşlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza bir kat arttırılır.
(4) Bu suçun mağdurun ekonomik bakımdan önemli bir kaybına neden olması halinde, ayrıca bin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.
(5) Suçun cinsel amaçla işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek cezalar yarı oranında artırılır.
(6) Bu suçun işlenmesi amacıyla veya sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hallerinin gerçekleşmesi durumunda, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.”.
14.07.2021 tarihli ve 31541 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmak suretiyle yürürlüğe giren 7331 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu Ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 9. maddesiyle anılan maddenin 3. fıkrasının (e) bendine “eşe” ibaresinden sonra gelmek üzere “ya da boşandığı eşe” ibaresi eklenmiştir.
Maddenin birinci fıkrasında; kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun temel şekli düzenlenmiş, ikinci fıkrasında; suçun cebir, tehdit veya hile ile işlenmesi, üçüncü fıkrasında ise; altı bent hâlinde, suçun silahla, birden fazla kişi ile birlikte, kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle, kamu görevinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle, üstsoy, altsoy veya eşe ya da boşandığı eşe karşı, çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı, beşinci fıkrasında; cinsel amaçla işlenmesi nitelikli hâller olarak yaptırıma bağlanmış, dördüncü fıkrasında; suçun ekonomik bakımdan önemli bir kayba uğraması olarak ifade edilen netice sebebiyle ağırlaşmış hâline, altıncı fıkrasında ise; suçun işlenmesi amacıyla veya sırasında kasten yaralama suçunun sonucu itibarıyla ağırlaşmış hallerinin gerçekleşmesi hâlinde, ayrıca bu suça ilişkin hükümlerin de uygulanacağı belirtilmiştir.
Suçla korunan hukuki değer, bireylerin irade, hareket ve seyahat özgürlüğüdür. Bu husus madde gerekçesinde; “Bu suç ile korunan hukuki değer, kişilerin kendi arzusu ve iradesi çerçevesinde hareket edebilme hürriyeti..” olarak zikredilmiştir.
Suçun temel şeklinin tipik eylemi, bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakmaktır. Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu, serbest hareketli bir suç olduğundan, fiil, failin doğrudan doğruya veya dolaylı hareketleriyle ve çeşitli araçlar kullanılarak gerçekleştirilebilir. Netice ise mağdurun hareket etme ya da yer değiştirme özgürlüğünün kaldırılmış olmasıdır. Fiilin herkesin girebileceği bir yerde, özel, kapalı veya açık alanda gerçekleştirilmesinin yahut uzun veya kısa süreli olmasının bir önemi bulunmamaktadır. Suçun oluşması için mutlaka mağdurun bir yere kapatılmış olması gerekmeyip aleni bir yerde tutma veya böyle bir yere götürme hâlinde dahi diğer unsurlar da var ise kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu oluşacaktır.
Özgürlükten yoksun bırakma kavramı, anlık olmayan bir süreyi zorunlu olarak içerdiğinden, suçun tamamlanması için fiil ile sonucun hukuken kabul edilebilecek bir zaman müddetince sürmesi gerekmektedir. Sürenin çok kısa olup olmadığı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma niteliği taşıyıp taşımadığı, hareketin ağırlığı, önemi ve ciddiyeti ile birlikte hâkim tarafından değerlendirilip belirlenecektir.
Mütemadi/kesintisiz bir suç olması sebebiyle suçun tamamlanma ve bitme zamanları farklı olabilmektedir. Mağdurun hürriyetinin kısıtlanması ile suç tamamlanır, ancak kısıtlama devam ettikçe suç da işlenmeye devam eder. Mağdurun tekrar hürriyetine kavuştuğu an suçun sona erme zamanıdır. Suç tamamlandıktan sonra kısa sürede sona erdirilebileceği gibi günlerce de sürdürülebilir.
Suçun manevi unsuru; failin, mağduru şahsi özgürlüğünden yoksun bırakmaya yönelik hareketleri gerçekleştirmeyi bilmesi ve istemesi, yani genel kasttır. Kanun’un metni ve ruhundan anlaşılacağı üzere, suçun temel şeklinin oluşumu için saik (özel kast) aranmamıştır (Ceza Genel Kurulunun 29.06.2010 tarihli ve 110-161, 23.01.2007 tarihli ve 275-9, 03.12.2002 tarihli ve 288-419 sayılı ile bu güne kadar süreklilik arz eden çok sayıdaki kararları). Doktrin de (Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, Çetin Özek-Sahir Erman, İstanbul 1994, s. 130; Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ayhan Önder, 4. Bası, İstanbul 1994, s. 31; Teorik-Pratik Ceza Hukuku, Durmuş Tezcan-Mustafa Ruhan Erdem-Murat Önok, Ankara 2008, s. 363; Ceza Hukuku Özel Hükümler, Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen, Ankara 2018, Adalet Yayınevi, 17. Baskı, s. 368) aynı görüştedir.
Uyuşmazlık konusu ile ilgisi nedeniyle anılan maddenin ikinci fıkrasında düzenlenen tehdit kavramına ve üçüncü fıkrasının (b) düzenlenen birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi hâline değinilmesinde yarar bulunmaktadır.
Tehdit, Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğü’ne göre, “gözdağı verme” anlamına gelmekte olup bir kimsenin bir zarara veya kötülüğe uğratılacağının bildirilmesidir. Bu bildirimin sözlü olması mümkün olduğu gibi başka yollarla ve bu bağlamda davranışlar yoluyla da yapılması mümkündür. Bu nedenle tehdit suçu, söz, yazı veya herhangi bir işaretle işlenebilecek bir suç olup önemli olan gerçekleştirileceği belirtilen haksızlığın mağdurun bilgisine ulaştırılmasıdır (M. Emin Artuk – A. Gökcen – M.Emin Alşahin – Kerim Çakır, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Kitabevi, Ankara 2019, 18. Bası, s. 405).
Tehdit, mağdurun iç huzurunu bozmaya, onda korku ve endişe yaratmaya objektif olarak elverişli olmalı, saldırının kişinin veya başkasının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına, belirli bir ağırlıkta olmak kaydıyla malvarlığına veya bunlar dışındaki sair bir kötülüğe yönelmelidir. Suçun oluşabilmesi için mağdurun iç huzurunun bozulup bozulmadığının veya mağdurun bundan korkup korkmadığının ayrıca araştırılmasına gerek yoktur. Önemli olan failin tehdidi oluşturan fiili korkutmak amacıyla yapmış olmasıdır (MAJNO, C.II, s.127; A. Pulat Gözübüyük, Mukayeseli Türk Ceza Kanunu, 5. Bası, C.II, s. 517 ve 873).
Diğer taraftan Kanun koyucu, mağdurun mukavemetini kırmasını, mağdur üzerindeki etkisini ve suçun icrasını kolaylaştırmasını dikkate alarak, hürriyeti sınırlamanın birden fazla kişi tarafindan birlikte işlenmesini, yani suçun iştirak hâlinde gerçekleştirilmesini nitelikli hâl olarak kabul etmiştir. Ancak bentte geçen “suçun birden fazla kişi tarafindan birlikte işlenmesi” ibaresini, müşterek failliği düzenleyen TCK’nın 37. maddenin birinci fikrasındaki “suçun kanuni tarifindeki fiili birlikte gerçekleştirenler” olarak anlamak gerekir. Bu nedenle, nitelikli hâlin uygulanabilmesi bakımından, birden fazla kişinin müşterek faillik statüsü içinde suçun icrasına katılmış olmaları gerekmektedir (Mahmut Koca – İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2020, 7. Baskı. s. 460). Bu durum madde gerekçesinde ise “Suçun birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi de bu fıkra kapsamında bir seçimlik nitelikli unsur olarak kabul edilmiştir. Suçun icra hareketlerinin birden fazla kişi tarafından birlikte gerçekleştirilmesi gerekir. Yani suçun işlenişi açısından müşterek faillik durumunun varlığı hâlinde, bu nitelikli unsur oluşur. Ancak, suçun icra hareketlerinin bir kişi tarafından gerçekleştirilmesine karşılık, diğer suç ortaklarının azmettiren veya yardım eden olması hâlinde, bu fıkraya göre ceza artırılamaz.” şeklinde açıklanmıştır.
Diğer taraftan Anayasa’nın “Kıyılardan yararlanma” başlıklı 43. maddesi ise şöledir;
“Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.
Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.
Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkan ve şartları kanunla düzenlenir.”
Bu düzenleme ile kıyıların Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu, deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararının gözetileceği ve kişilerin kıyılarla sahil şeritlerinden yararlanma imkân ve şartlarının kanunla düzenleneceği anayasal teminat altına alınmıştır.
Öte yandan amacı “… deniz, tabii ve suni göl ve akarsu kıyıları ile bu yerlerin etkisinde olan ve devamı niteliğinde bulunan sahil şeritlerinin doğal ve kültürel özelliklerini gözeterek koruma ve toplum yararlanmasına açık, kamu yararına kullanma esaslarını tespit etmek …” şeklinde açıklanan 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun “Tanımlar” başlıklı 4. maddesinde; kıyı çizgisi deyiminin; “Deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, taşkın durumları dışında, suyun karaya değdiği noktaların birleşmesinden oluşan çizgiyi,”, kıyı kenar çizgisi deyiminin; “Deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde su hareketlerinin oluşturulduğu kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınırını,”, kıyı deyiminin ise; “Kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alanı,” ifade ettiği belirtildikten sonra aynı Kanun’un “Genel Esaslar” başlıklı 5. maddesinin birinci fıkrası “Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır.” şeklinde düzenlenerek Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan kıyıların herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açık olduğu hüküm altına alınmıştır.
B. Somut Olayda Hukuki Nitelendirme
İzmir ili, Çeşme ilçesi, Altınkum Plajı’nda bulunan ve şezlong kiralama işi yapan … isimli iş yerinin sanık … tarafından işletildiği, bu iş yerinin çalışanları olan sanık … ile inceleme dışı sanığın şezlong kiralamayan kişilerin deniz kıyısına oturmalarına ve eşya koymalarına müsaade edilmemesi hususunda olay öncesinde sanık …’den talimat aldıkları, 01.09.2012 tarihinde saat 16.30 sıralarında denize girmek amacıyla Altınkum Plajı’na gelen katılanın, … isimli işletme tarafından kiralanan şezlonglar ile kıyı çizgisi arasında bulunan kumsala eşyasını bıraktığı, söz konusu yer ile şezlonglar arasında iki metre kadar mesafe bulunduğu, bu yerin kıyı çizgisine olan uzaklığının ise yine yaklaşık iki metre olduğu, katılanın denize girmek için hazırlık yaptığı sırada yanına gelen inceleme dışı sanığın, kendisine “Burada oturamazsınız. Az ileride bulunan kayalık alanda oturun ve denize girin.” dediği, katılanın bu kişiye eşya koyduğu yerin halka açık bir plaj olduğunu belirtip bulunduğu yerden gitmek istemediği, tartışma sırasında yanlarına gelen sanık …’nin de katılana “Burada insanlar şezlonglara para vererek oturuyorlar. Siz şezlongların önünde oturamazsınız. Önlerini kapatamazsınız.” demesi üzerine katılanın anılan sanığa da bahse konu yerin halka açık bir alan olduğunu ve bunu yasaklayamayacaklarını söylediği, bunun üzerine sanık …’nin “Seni de eşyalarını da denize atarım, doktor olmuşsun da bir şey bilmiyorsun!” diyerek katılanın üzerine yürüdüğü, ardından katılanın “Ben jandarma alıp geleceğim.” diyerek bulunduğu yerden ayrıldığı kabul edilen olayda;
Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan kıyıların herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açık olduğuna ilişkin Anayasanın 43. ve Kıyı Kanunu’nun 5/1 maddelerine aykırı olarak bahse konu iş yerini işleten sanık …’in azmettirmesi sonucunda sanık …’nin inceleme dışı sanık … ile birlikte tehdit etmek suretiyle işletmenin hizmet ve eşyalarından faydalanmayan katılanın deniz kıyısında oturmasına ve eşyasını bu alana koymasına engel olduğunun anlaşılmasına, zikredilen anayasal ve yasal düzenleme kapsamına giren kıyı dışında kalan yerlerle ilgili olarak özel hukuk sözleşmesi ve/veya idari işlemlerden doğan tasarruf ve işletme haklarının, kıyıda bulunan katılana müdahalelerini hukuka uygun hâle getirmeyeceği de nazara alındığında, katılanı hukuka aykırı olarak bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan sanıklara isnat edilen suçun unsurları itibarıyla oluştuğu kabul edilmelidir.(Ceza Genel Kurulu 2022/82 E. , 2025/98 K.)

UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Necmettin İlhan’a ait olup, Avukatlık Kanunu ve Türkiye Barolar Birliği’nin meslek kuralları bağlamında sadece bilgi amaçlı olarak temin edilmektedir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere ncm.ilhan@gmail.com adresine gönderebilirler.