
Töre Saikiyle Öldürme Suçu – Ağır Ceza Avukatı I Av. Necmettin İlhan
765 sayılı Türk Ceza Kanununda düzenlenmeyen töre saikiyle öldürme suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na Adalet Komisyonu görüşmeleri esnasında özellikle cinsel istismar veya cinsel saldırı mağduru kız çocuklarının öldürülmesi şeklinde görülen eylemlerin önlenmesine yönelik ve bir kısım uluslararası düzenlemelerde yer alan kadınların öldürülmesinin engellenmesine yönelik getirilen devletlerin yükümlülüklerin bir gereği olarak düzenlendiği ifade edilmiş ise de temeli eski dönemlere dayanan sosyal bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülkemizin bazı kırsal kesimlerinde de zaman zaman görüldüğü üzere ailenin şeref ve saygınlığına aykırı görülen bir kısım davranışlarına bağlı olarak çoğunlukla kadınların geleneklerin etkisiyle öldürüldükleri sıklıkla görülmektedir. Bu tür öldürme eylemlerinin azalması veya tamamen sona ermesinin töre saikiyle öldürmeleri meşru gören zihniyetin değişmesi suretiyle ancak gerçekleşebileceği kabul edilmelidir.
Çalışmanın ilk bölümünde töre kavramı, namus ve şeref kavramının töre ile ilişkisi ile töre saikiyle öldürme suçunun unsurları ele alınmış, ikinci bölümde ise töre saikiyle öldürme suçuna ilişkin Yargıtay uygulamasına yer verilmiştir. Üçüncü bölümde töre saikiyle öldürme suçlarında haksız tahrik hükmünün uygulanıp uygulanmayacağı hususunun değerlendirilmesi, töre saikiyle öldürme suçunda bu nitelikli halin şeriklere sirayeti ve diğer nitelikli hallerle birlikte işlenmesi durumu ve iştirak hükümleri kapsamında ‘’töre saiki’’ nitelikli halinin suç ortaklarına sirayeti ele alınmış, sonuç bölümünde ise görüş ve değerlendirmelere yer verilmiştir.
BİRİNCİ BÖLÜM
I. TÖRE KAVRAMI VE TÖRE KAVRAMIYLA BAĞLANTILI KAVRAMLAR
1. TÖRE KAVRAMI
Türk Dil Kurumu Sözlüğünde “töre” kavramı “1- Bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların bütünü, âdet 2- Bir toplumdaki ahlaki davranış biçimleri, adap” olarak tanımlanmıştır.[1] Türk Dil Kurumu’nun ‘’töre’’ kelimesini hukuki değil sosyolojik yönden tanımlaması dikkate alındığında töre kelimesinin sözlük anlamının bu suçun unsurlarının belirlenmesinde yeterli olmadığı görülmektedir.
2. NAMUS VE ŞEREF KAVRAMLARI VE BU KAVRAMLARIN TÖRE İLE İLİŞKİSİ
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünde “namus” kavramı “bir toplum içinde ahlak kurallarına ve toplumsal değerlere bağlılık, iffet, dürüstlük, doğruluk” olarak[2], başka bir tanımlamada ise “Namus, kadının cinselliğini aile meclisinin veya erkeklerin onayıyla yaşayabilmesi ve onların koyduğu sınırların dışına çıkamaması”[3] olarak tanımlanmaktadır. Biri “dürüstlük” ve “iyi ahlaklık” diğeri “kadının iffeti” olarak iki değişik şekilde değerlendirilen “namus” kavramının töre saikiyle işlenen suçlarda “kadının iffeti” yönü öne çıkmaktadır.[4] “İffet” kavramı “temizlik; namus; cinsi konularda ahlak kurallarına bağlılık” olarak tanımlanmıştır.[5] Kökeni Arapça olan “şeref” kavramı ise “toplumca benimsenmiş iyi şöhret” anlamı taşımaktadır.[6] Uluslararası Sosyal Bilimler Ansiklopedisi’nde (The International Encyclopedia of the Social Sciences) şeref kavramı “Şeref olgusunun pek çok değişik yönleri vardır: her şeyden önce, o bir duygu, bu duygunun davranışlarla dışa vurulması ve bu davranışların başkaları tarafından değerlendirilmesidir; yani, toplumun gözünde kişinin sahip olduğu şandır. Şeref duygusu hem bireyin kendi kendine öz değerlendirme yoluyla oluşturduğu, hem de toplumun ona bahşettiği bir kişilik değeridir. Kısacası, bireyin kendine bakışından ve gördüğü toplumsal muameleden çıkan bir anlamdır.’’ olarak tanımlanmıştır.[7]
5237 sayılı TCK.nun hazırlık çalışmalarında kanun koyucunun “namus kavramının çok geniş ve ortak bir tanımının bulunmasındaki güçlüğü nazara alarak, bu kavramın kullanılmadığı, toplumsal bir değer olarak hukuk düzenince de korunması gereken namusa yönelik saldırılar karşısında esasen haksız tahrik oluşturan davranışlar nedeniyle işlenen suçlarda, toplumsal bir değer olarak kabul edilen bir namus anlayışının da hukuki korumadan yoksun kalabileceği ve maddenin uygulanması koşullarının oldukça genişleyeceği” gerekçesiyle “namus kavramının toplumsal bir değer taşıdığını ve hukuksal korumadan yararlanması gerektiğini” belirterek “namus” yerine “töre” kelimesini yeğlemiştir.[8]
II. TÖRE SAİKİYLE ÖLDÜRME SUÇU
1. TÖRE SAİKİ KAVRAMI
Töre saikiyle öldürme suçu 5237 sayılı Türk ceza Kanunu ile mevzuatımıza girmiş ve anılan yasanın 82. maddesi kapsamında nitelikli kasten öldürme suçu olarak düzenlenmiştir. “Töre saiki” kavramına madde metninde veya kanunun tanımlar başlıklı 6. maddesinde yer verilmediği görülmüş, bu hususun “kanunsuz suç olmaz’’ ilkesine uygun olmadığı, sosyolojik ve folklorik yönü olan töre kavramının suçun nitelikli hallerinden biri olarak kabul edilmesinin uygulamada sorunlar yaratacağı ileri sürülmüştür.[9]
Bir kısım yazarlar ise suçun adlandırılmasında töre saiki yerine namus saiki kavramının kullanılmasının isabetli olacağını ileri sürmüşlerdir.[10] İskender, Özbek, Hafızoğulları/Özen gibi bazı yazarlar ise, töre cinayeti kavramının namus cinayeti kavramını kapsadığını belirtmişlerdir.[11]
Adalet komisyonunda, töre kavramının kapsamının belirlenmesi ve tanımlanması konusunun önemine dikkat çekilmiş, ancak uygulamada ailenin namus ve şerefini lekelediği, töreye aykırı davrandığı gibi gerekçelerle kadınların öldürülmesi veya intihara zorlanması şeklindeki suçun değişik görünümünün olabileceği ve bu kapsamda yapılacak tanımın uygulamayı sınırlandırabileceği düşüncesiyle öldürmenin töre saikiyle işlenmesi 5237 sayılı TCK.nun 82. mddesinin (k) bendinde nitelikli hal olarak düzenlenmiş,[12] bir bakıma töre kavramının kapsamının belirlenmesi öğretiye ve uygulamaya bırakılmıştır.
2. KORUNAN HUKUKİ YARAR
Kasten öldürme suçunda korunan hukuki değer kişinin yaşama hakkı[13] olup, bu hakkın korunması bireysel ve toplumsal yönden önem arzetmektedir.
Yaşam hakkı, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinde koruma altına alınmış en temel haktır.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 3. maddesine göre; “Yaşamak, hürriyet ve kişi emniyeti her ferdin hakkıdır.”
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 2. maddesine göre,
“1- Herkesin yaşam hakkı yasa tarafından korunacaktır. Hiç kimse yasanın ölüm cezası ile cezalandırıldığı bir suçtan dolayı bir mahkeme tarafından hükmedilen cezanın infaz edilmesi dışında yaşamından kasten yoksun bırakılmayacaktır.
2- Yaşamdan yoksun bırakılma, aşağıdaki durumlardan birinde kuvvete başvurmanın mutlak gereklilik haline gelmesi sonucu meydana geldiğinde, bu maddeye aykırı olarak gerçekleştirilmiş sayılmayacaktır:
a) Herhangi bir kişinin yasadışı şiddete karşı korunmasında;
b) Yasaya uygun olarak yakalama kararının yerine getirilmesi veya yasaya uygun olarak tutulan bir kişinin kaçmasının önlenmesinde;
c) Bir ayaklanma veya isyanın bastırılması amacıyla yasaya uygun olarak gerçekleştirilen eylemlerde.
Yaşam hakkı ile ilgili Anayasa’daki temel düzenleme 17. maddede bulunmaktadır. T.C. Anayasasının 17. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” denilerek, kişinin vücut dokunulmazlığı ve yaşam hakkı düzenlenmiştir. Yaşam hakkı, bu düzenleme ile İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ile uyumlu olacak şekilde devlet tarafından koruma altına alınmıştır. Aynı maddenin son fıkrasında “Meşru müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.” denilerek yaşam hakkına getirilen istisnalara yer verilmiştir.[14]
3. FAİL, MAĞDUR
İştirak halinde işlenen suçlarda suça katılanların sorumluluğunun belirlenmesinde ödetici ceza hukuk politikasını temel alan kanunlar subjektif ölçütlere göre, önleyici ceza hukuku politikasını temel alan kanunlar ise objektif ölçütlere göre düzenlemeler içerdiği görülmektedir.[15]
Leopold Zimmerl’in 1929 yılında yayınlanan makalesinde ortaya attığı geniş fail ve dar fail kavramları sonraki yıllarda bu konudaki tartışmaların dayanağını oluşturmuştur. Suça katılanlar arasında ve bunların sorumluluklarının belirlenmesinde bir ayrım yapılamayacağının savunanlar geniş fail görüşünü benimsemişlerdir. Bu görüşü savunanlara göre sorumluluğun belirlenmesinde esas olanın suçta korunan hukuki değer olduğu ve bu değere yönelik her türlü saldırının suçu oluşturacağı ve bunu gerçekleştirenin de sorumlu tutulması gerektiği kabul edilir. Dar fail görüşünü savunanlar ise sadece kanunda tarif edilen fiili doğrudan gerçekleştiren veya neticeye doğrudan sebebiyet veren failin sorumlu tutulması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Suçu bir bütün olarak gören ve suça katılan herkesi suça katkısının derecesine bakmaksızın sorumlu tutan teklik sistemini geniş fail görüşünün bir yansıması olarak görmek mümkündür. İkilik sisteminde ise suça katılan kişilerin katkılarının derecesine (ağırlığına) göre sorumluluklarının belirlenmesi gerektiği ileri sürülmüş, bu değerlendirmede kanuni tanımdaki suç oluşturan fiili doğrudan gerçekleştiren kişi fail olarak sorumlu tutulması gerektiği kabul edilmiştir.[16]
Fail sayısı dikkate alınarak suçları tek failli ve çok failli suçlar olarak iki başlık altında değerlendirilebilir. Şayet, kanunda tanıma uygun fiilin tek faille işlenmesi olanaklı ise bu tür suçlara tek failli suç, tipik fiilin zorunlu olarak birden fazla kişinin katılımıyla işlenmesi halinde ise bu tür suçlara çok failli suç adı verilmektedir.[17]
Tek failli suçun birden fazla kişiyle birlikte işlenmesi halinde suç ortaklarının sorumluluğu iştirak kurumu içerisinde değerlendirilmekte olup, bu sorumluluğun belirlenmesinde hangi ölçütlerin dikkate alınacağı hususunda ise farklı teoriler (İştirakin Temeli Olarak Bir Araya Gelmeyi Esas Alan Görüş, Nedensel Katkıyı Esas Alan Görüş, Failin Fiiline Katılmak Biçiminde Ele Alan Görüş)ortaya atılmıştır.[18]
Türk Ceza Kanunu’nun 37-41 maddelerinde düzenlenen ve tamamlayıcı kurallar mahiyetinde olan iştirak hükümleri ceza sorumluluğunu genişletici mahiyettedir.[19]
Genellikle, suçlar sadece bir kişi tarafından işlenmesi ihtimali gözetilerek tanımlanmıştır. Bir suçun birden fazla kişinin katılımıyla işlenmesi halinde suça iştirakten bahsedilir. İştirak, bir kişi tarafından işlenebilen bir suçun birden fazla kişinin aralarındaki anlaşma ve işbirliği yapmaları sonucunda işlenmesi olarak tanımlanmaktadır.[20]
Bir suçun işlenebilmesi için birden fazla failin katılımı gerekli ise bu tür suçlara “çok failli suçlar” adı verilir. Çok failli suçlar “yakınsama suçları” ve “karşılaşma suçları” olarak iki kısımda incelenebilir.
Yakınsama suçlarında, suça katılan failler aynı amacın gerçekleştirilmesi maksadıyla aynı yönde hareket etmektedirler. Örneğin; Suç işlemek maksadıyla örgüt kurma suçunun düzenlendiği TCK.nun 220/1 maddesinde “örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.” ifadesinden hareketle anılan suçta en az üç kişinin aynı maksatla bir araya gelmesi gerekir. Yine, hükümlü veya tutukluların ayaklanması suçunu düzenleyen TCK.nun 296/1 maddesinde bu suçun oluşabilmesi için en az dört kişinin aynı amaca yönelik hareket etmesi gerektiği aranmış, şayet fail sayısı üçten fazla değilse bu suçtan olayı cezaya hükmedilemeyeceği belirtilmiştir.
Karşılaşma suçlarında ise, suça katılan failler aynı amacın gerçekleştirilmesi maksadıyla farklı yönlerden hareket etmektedirler. Örneğin TCK.nun 252. maddesinde düzenlenen rüşvet suçundan rüşvet veren ve rüşvet alan olmak üzere en az iki kişinin varlığı aranır. Çok failli suçlara azmettiren veya yardım eden olarak iştirak mümkündür.
İştirak halinde işlenen suçlarda “faillik” ve “şeriklik” olmak üzere iki iştirak şekli kabul edilmektedir. Bu ayrımda “fiilin işlenişi üzerinde kurulan hakimiyet” kriteri esas alınmaktadır. TCK.nun 37/1. maddesindeki “Suçun kanunî tanımında yer alan fiili birlikte gerçekleştiren kişilerden her biri, fail olarak sorumlu olur.” ifadesi bunu göstermektedir.
Faillik, “doğrudan fail” ve “dolaylı fail” olmak üzere iki ayrı şekilde karşımıza çıkar. Kanuni tipe uygun fiili tek başına icra eden kişiye doğrudan fail, bir başkasını suçun işlenmesinde aracı olarak kullanan kişiye ise dolaylı fail denilir. Birden çok kişinin suçun işlenmesinde ortak hakimiyet kurmalarında ise “müşterek faillik” söz konusudur.
Suçun işlenmesine katılan ancak bu katılımı fiil üzerinde hakimiyet ölçüsüne varmayan fail ise “şerik” olarak adlandırılır. Suçun işlenmesinde fiil üzerinde ortak hakimiyet kuran failin eylemi kanuni tipe uygun olmasına rağmen şerikin eylemi tipe uygun değildir. Şayet şerikliğe ilişkin yasal düzenleme bulunmasaydı suçun işlenişe yaptığı katkının tipik olmaması nedeniyle şerikin işlenen suçtan sorumlu tutulması mümkün olmayacaktı. Şerikliğin azmettiren ve yardım eden olarak iki görünüm şekli vardır. Azmettiren ve yardım eden faillerin işlenen suçtan sorumlulukları TCK.nun 40. maddesinde düzenlenen bağlılık kuralı ile açıklanmaktadır.[21]
Azmettiren ve yardım edenin bağlılık kuralı gereğince işlenen suçtan sorumlu tutulabilmeleri için asıl failin kasten hareket etmesi ve fiilinin hukuka aykırı olması yanında TCK.nun 40/3 maddesi hükmü gereğince asıl failin fiilinin en azından teşebbüs aşamasına ulaşması da gerekir. Suça hem fail hem de şerik olarak katılma durumunda “failliğin şerikliğe nazaran önceliği” ilkesi gereğince kişi sadece fail olarak sorumlu tutulacaktır. Yine bir kişi hem azmettiren hem de yardım eden olarak fiile katılmış ise azmettirmeye ilişkin normun şerikliğe ilişkin norma göre asli norm niteliğinde olmasından hareketle sadece azmettiren olarak sorumlu tutulacaktır.
Müşterek faillikte, her bir suç ortağı fail statüsünde olup faillerin sorumluluğunun belirlenmesinde burada bağlılık kuralı uygulanmayacaktır.
Bir başka kişiyi suçun işlenmesinde vasıta-araç olarak kullanan kişi de, icra hareketlerini gerçekleştiren kişi ve onun fiili üzerinde hakimiyet kurması nedeniyle TCK.nun 37/2 maddesi kapsamında “dolaylı fail” olarak sorumlu olacaktır. Dolaylı failin, fiili icra eden kişi ve onun fiili üzerindeki hakimiyeti cebir ve tehdide dayanıyorsa fiili icra eden kişinin hukuki durumu TCK.nun 28. maddesi kapsamında “Karşı koyamayacağı veya kurtulamayacağı cebir ve şiddet veya muhakkak ve ağır bir korkutma veya tehdit sonucu suç işleyen kimseye ceza verilmez. Bu gibi hâllerde cebir ve şiddet, korkutma ve tehdidi kullanan kişi suçun faili sayılır.” şeklindeki düzenlemeye göre değerlendirilecektir. Yine, fiili icra eden kişinin kaçınılmaz yanılgı içerisinde bulunması halinde bu kişinin sorumluluğu TCK.nun 30. maddesi kapsamında hata hükümleri çerçevesinde değerlendirilecek, ancak bu kişiyi suçun işlenmesinde vasıta-araç olarak kullanan ise dolaylı fail olarak sorumlu tutulacaktır.
TCK.nun 37. madenin 2. fıkra 2. cümlesindeki “Kusur yeteneği olmayanları suçun işlenmesinde araç olarak kullanan kişinin cezası, üçte birden yarısına kadar artırılır.” şeklindeki düzenleme gereğince, kusur yeteneği bulunmayan kişilerin (örneğin, TCK.nun 31/1 maddesi kapsamında on iki yaşını doldurmamış çocukların veya TCK.nun 32. maddesi kapsamında akıl hastalarının) suçun işlenmesinde araç olarak kullanılması halinde bunları kullanan kişiler dolaylı fail olarak sorumlu tutulacak ve cezalarında artırıma gidilecektir.
Yukarıda açıklandığı üzere şeriklik azmettirme ve yardım eden olarak iki görünüm şekli bulunmaktadır.
Azmettirme, “belli bir suçu işleme hususunda henüz bir fikri olmayan bir kişinin başkası tarafından bu suçu işlemeye karar verdirilmesidir..”[22] şeklinde açıklanmıştır. Şayet kişi bir suçu işlemeye önceden karar vermiş ise artık bu kişinin azmettirilmesinden bahsedilmeyecek koşulları varsa yardım etme söz konusu olacaktır. Madde gerekçesinde de açıklandığı üzere izlenen suç politikasının gereği olarak, azmettirenin suçun kanundaki cezası ile cezalandırılacağı kabul edilmiştir
Yardım etme ise, bir başkasının kasten işlemekte olduğu suça TCK.nun 39/2 maddesinde belirtilen şekillerde suçun işlenmesinde kullanılan araçları sağlamak veya suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak şeklinde maddi olabileceği gibi, faili suç işlemeye teşvik etmek, suç işleme kararını kuvvetlendirmek, suçun işlenmesinden sonra yardımda bulunmayı vaad etmek, suçun nasıl işleneceği konusunda yol göstermek şeklinde en geç suç tamamlanıncaya kadar manevi destek vermek şeklinde olabilir.
5237 sayılı TCK’nın 37.maddesinde fail, “Suçun kanunî tanımında yer alan fiili birlikte gerçekleştiren kişi” olarak tanımlanmıştır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 81.maddesinde tanımlanan basit kasten öldürme suçunun faili herkes olabilir. Maddede “Bir insanı öldüren kişi” den bahsedildiğine göre fail açısından bir özellik aranmamıştır.[23]
Bu suçta fail ve mağdur sıfatları aynı kişide birleşmeyecektir. Çünkü, bir kişinin kendi hayatını sonlandırması öldürme suçunu değil intihar suçunu oluşturacaktır. Kasten öldürme suçunda suçun faili mağdur dışındaki herhangi bir kişidir.[24]
Kasten öldürme suçunda öldürülen kişi hem suçun mağduru hem de suçun konusudur. [25]Mağdur, işlenen suç dolayısıyla haksızlığa uğrayan kişiyi ifade eder. Kasten öldürme suçunda öldürülen kişi hem suçun konusu, hem de mağdurudur.86
Fiil esnasında yaşaması şartıyla fail dışında herkes bu suçun mağduru olabilir.[26]
Doktrinde, “yaşıyor olmak” tan neyin anlaşılması gerektiği hususunda farklı görüşler mevcuttur. Tezcan’a göre yaşam doğumla başladığına göre normal doğumda sancının başlaması, sezaryende ise ana rahminin açıldığı an[27]; Demirbaş’a göre doğum sancılarının başladığı an[28]; Erman/Özek’e göre ise ceninin ana rahminden çıkarılması[29]; Toroslu doğumun tamamlanması yani ceninin ana rahminden ayrılması[30], Gökcen/Balcı ise vücudun bir kısmının ana rahminden ayrılması[31] gerektiğini ileri sürmüşlerdir.
Bizim görüşümüze göre ise; cenin, ceza hukuku anlamında insan/kişi sayılmadığından bu suçun mağduru olamayacağı, ceninin öldürülmesi halinde şartların oluşması halinde kanunun 99. veya 100. maddelerinin uygulanması koşullarının tartışılması gerektiği yönündedir.
4. FİİL
Kasten insan öldürme suçu serbest hareketli suç olup,[32] ani-tek bir hareketle veya belli bir süreye yayılan hareketle işlenebilir.[33]
Suçun işlenmesinde kullanılan araçlar belli bir özellik göstermez. Ancak; kullanılan aracın neticeyi gerçekleştirmeye elverişli olması gerekir.[34]
5237 sayılı TCK.nun 81. maddesinde belirtilen kasten öldürme suçu icrai veya ihmali hareketle işlenebilir.[35] TCK.nun 82. maddesinde belirtilen öldürme suçunun nitelikli hallerinin ise TCK.nun 83. maddesi kapsamında ihmali hareketle işlenip işlenemeyeceği hususunda doktrinde görüş birliği bulunmamaktadır. Bazı yazarlar, TCK.nun 82. maddesinde düzenlenen kasten öldürme suçunun nitelikli hallerinin de ihmali davranışla işlenebileceğini belirtirken[36], aynı yönde görüş savunan bazı yazarlar gerekçe olarak TCK.nun 83/3 maddesinde belirtilen yaptırımın ağırlığını öne sürmüşlerdir.[37]
Bir kısım yazarlar ise ihmal suretiyle öldürme suçlarında kanunilik ilkesi gereğince nitelikli hallerin uygulanamayacağını belirtmişler, TCK.nun 83. maddesinde yeni bir suç tipinin düzenlendiğini ileri sürmüşlerdir.[38]
Soyaslan, “TCK’nın 83/3. maddesine göre ihmali davranışla adam öldürmenin cezasının belirlenmesinde, esas olarak icrai davranışla adam öldürme suçu için öngörülen temel cezanın göz önüne alınacağı ifade edildiğinden, ihmali davranışla adam öldürme suçunun sadece 81.maddede öngörülen kasten öldürmenin temel şeklinde uygulanacağı şeklinde bir sonuç çıkarılabileceğini” belirtmiştir.[39]
Kanaatimiz, 5237 sayılı TCK.nun 82. maddesinde belirtilen öldürme suçunun nitelikli hallerinin ihmali davranışla işlenebileceği yönündedir. Örneğin; çocuğun veya kendisini beden veya ruh bakımından savunamayacak bir kişinin aç bırakılarak öldürülmesi bu duruma örnek verilebilir.
5. NETİCE
Kasten öldürme suçu bir zarar suçudur. Ölüm anının tespiti tıp biliminin verilerine göre belirlenecektir. Hakim görüş, ölüm anı bakımından kalp ve dolaşım faaliyetinin durması değil beyin ölümünün gerçekleşmesi esas alınır. 2238 sayılı Yasa’nın 11. maddesine göre, “Bu Kanunun uygulanması ile ilgili olarak tıbbi ölüm hali, bilimin ülkede ulaştığı düzeydeki kuralları ve yöntemleri uygulanmak suretiyle, biri kardiolog, biri nörolog, biri nöroşirürjiyen ve biri de anesteziyolji ve reanimasyon uzmanından oluşan 4 kişilik hekimler kurulunca oy birliği ile saptanır.” şeklinde düzenleme getirilmiştir.[40] Yüksek Sağlık Şurasının 24.11.1969 tarihinde verdiği bir karara göre, “ölüm bugünkü telakkilerin en kuvvetlisi ve hâkim durumunda olan beyin fonksiyonunun tamamıyla durması halinin tespiti şeklinde kabul olunmuştur” denilerek beyin ölümü anlayışı benimsenmiştir.
6. SUÇUN UNSURLARI
Doktrinde ve yargı kararlarında suçun unsurları kesin surette ortaya konulmamakla birlikte suçun unsurları şu şekilde sayılabilir.
“Fail, mağdurun töreye aykırı davrandığı düşünce ve inancında olmalıdır.
Fail töre saikiyle ve görev bilinciyle suç işlemelidir.
Mağdurun eylemi hukuka, geleneksel davranış kalıplarına uygun olmasa bile fail açısından haksızlık teşkil etmemelidir.
Mağdurun, geniş anlamda failin ailesi, aşireti ya da mensup olduğu grupla ilişkisinin bulunması gerekmektedir.”[41]
7. MANEVİ UNSUR
Kanuni tarifte saikten söz edildiğine göre bu suç ancak özel kasıtla işlenebilir.
8. SUÇUN ÖZEL GÖRÜNÜŞ ŞEKİLLERİ
Suça teşebbüs ve iştirak hükümlerinin uygulanması mümkündür.
9. YAPTIRIM VE KOVUŞTURMA USULÜ
5237 sayılı TCK.nun 82. maddesinin (k) bendi gereğince kasten öldürme suçunun töre saikiyle işlenmesi halinde temel ceza ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olacaktır. Bu ceza yanında fail hakkında TCK.nun 53 maddesinde belirtilen hak yoksunlarına hükmedilecek,suçun işlenmesinde kullanılan araçlar TC.nun 54/1 maddesi gereğince müsadere edilecektir. Suçun cezasının ağırlığı nazara alınarak bu suçta TCK.nun 50. maddesinde belirtilen seçenek yaptırımların uygulanması, 51. maddesinde belirtilen erteleme ve 5271 sayılı CMK.nun 231. maddesinde belirtilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanması mümkün olmayacaktır.
Töre saikiyle öldürme suçundan açılan kamu davaları 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev Ve Yetkileri Hakkında Kanunun 12. maddesi gereğince ağır ceza mahkemelerinde görülecektir. Öldürme eylemi suç işlemek maksadıyla kurulmuş bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş ise ihtisas ağır ceza mahkemelerinde dava görülecektir.
İKİNCİ BÖLÜM
TÖRE SAİKİYLE ÖLDÜRME SUÇUNA İLİŞKİN YARGITAY UYGULAMASI
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 11/05/2010 tarih ve 2010/1-56 Esas, 2010/111 Karar sayılı kararı öncesi dönemde, Yargıtay’ın töre saikiyle öldürme suçuna ilişkin değerlendirmelerinin 3 kısımda incelenmesi mümkündür.[42]
Birinci dönem;
Töre saikiyle öldürme suçunda, failin kişisel olarak içselleştirdiği cezalandırma maksadıyla aldığı kararın plan içerisinde gerçekleştirmesi gerektiği yönündeki değerlendirmede eylemin aynı zamanda tasarlanarak işlenebileceği kabul edilmiştir. Bu dönemde, maktulün tercih ettiği cinsel/sosyal hayatının fail tarafından kabullenilmediği olaylarda failin olay öncesi maktulün kendisine hakaret ettiği yönündeki iddialar karşısında eylemde töre saikinin varlığı kabul edilmemekte ve haksız tahrik indiriminin yapıldığı görülmekteydi. Yargıtay 1.Ceza Dairesi.’nin 18.07.2007 tarih 2006/4434 E, 2007/5959 K sayılı kararında kasten eşini öldüren A.R’nin yapılan yargılaması sonucunda ilk derece mahkemesince 5237 sayılı TCK. nun 82/1-d, 29, 62, 53/1-2 maddeleri uyarınca hükmolunan 16 yıl 8 ay hapis cezasına ilişkin mahkumiyet kararı TCK.nun 53. maddesi yönünden düzeltilerek onanmıştır.[43]
Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 23/06/2009 tarih ve 2008/9038 Esas 2009/3764 Karar sayılı kararında; “… Oluş ve dosya içeriğine göre; kızı M’nin maktul ile arkadaşlık ilişkisi kurmasını ailenin namus ve şerefini eksilten bir davranış olarak nitelendiren sanığın, namusunu kurtarma saikiyle bıçakla maktulün göğüs bölgesine vurarak onu öldürdüğü olayda; sanığın eyleminin töre saikiyle çocuğu öldürme suçunu oluşturduğu anlaşıldığından, hüküm fıkrasının 1. bendindeki “Sanık R.F’nin, maktul Fehim Tezcan’a kasten öldürmek suçundan eylemine uyan 5237 sayılı yasanın 6/1-b maddesi delaletiyle aynı yasanın 82/1-e maddesi” ibaresinin hüküm fıkrasından çıkartılmasına, yerine “Sanığın töre saikiyle (namusunun kurtarmak) çocuğu öldürme suçundan eylemine uyan 5237 sayılı yasanın 6/1-b maddesi delaletiyle aynı yasanın 82/1-e,k maddesi” ibaresinin konulmasına karar verilmek suretiyle CMUK.nun 322. maddesinin tanıdığı yetkiye dayanılarak DÜZELTİLEN” kararın onanmasına karar verilmiş, kararda failin kızının maktulle arkadaşlık kurmasını namus ve şerefini eksilttiği düşüncesiyle eylemini gerçekleştirdiği kabul edilerek töre saikiyle öldürme suçundan hüküm kurulmasında isabetsizlik görmemiştir.[44]
Yargıtay 1.Ceza Dairesi’nin 19/11/2007 tarih ve 2007/ 2927 Esas 2007/8501 Karar sayılı kararında yer alan karşı oy gerekçesi:
“…Yapılan soruşturma aşamasında saptanan olgular dikkatle değerlendirildiğinde, öldürülen evli bir kadındır. Başta eşi olmak üzere eşinin ailesi tarafından başkalarıyla ilişki içinde olduğu ileri sürülerek suçlanmıştır. Bu nedenle eşi tarafından yetiştirildiği aileye yöresel bir ifadeyle “iade” edilmiştir. Bir süre sonra öldürülenin babasının evinden alınarak eşinin konutuna getirilmiş ve dikkat çekicidir aynı gün gece yarısı sanık tarafından öldürülmüştür. Öldürme eylemini gerçekleştiren kişi öldürülen eşin aşiretinden olup yaşı küçüktür. Bu nedenle az ceza alacağının hesaplandığı açıktır. Tarafsız tanıkların da açıklamalarına dayanan Mahkemenin de kabul ettiği gibi öldürülenin evlilik birliği içinde başkalarıyla ilişkisi kanıtlanmamıştır. Yalnız eşi ve çevresi bu görüştedir. Yargılama sürecinde tarafların tutumu bu kanıyı destekler niteliktedir. Tüm bu gelişmeler eylemin “töre saikiyle” gerçekleştirildiğini kuşkuya yer vermeyecek bir biçimde ortaya koymaktadır. Beraat eden sanıklara yönelik temyiz isteminin yokluğu nedeniyle tartışma dışı kalması sanığın eyleminin niteliğini etkileyeceği söylenemez. Sanığın kanıtlanan suçunun “töre saikiyle” insan öldürme olduğu ve bu yönden yerel Mahkemenin kararını bozulması yerine Sayın Çoğunluğun onama görüşüne karşıyım.” şeklindedir.
İkinci dönemde;
Yargıtay 1. Ceza Dairesi bir süre sonra kararlarında, töre saikiyle öldürme suçunda aile meclisi kararının bulunması gerektiği yönünde değerlendirmeler yapmıştır.
Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 14/03/2008 tarih ve 2007/6700 Esas 2008/1986 Karar sayılı kararında; “…Kardeşe, çocuğa ve gebe olduğu bilinen maktüleye karşı işlenen öldürme suçunun alınan aile meclisi kararı sonucu gerçekleştirildiğini gösteren kesin ve inandırıcı kanıt bulunmadığı bu nedenle suçun töre saikiyle işlendiğinden söz edilemeyeceği anlaşıldığı halde, 5237 sayılı TCK’nun 82/1-d-e-f maddeleri yerine 82/1-d-k maddeleri uyarınca karar verilmesi,” bozma nedeni kabul edilmiştir.
Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 27/04/2010 tarih ve 2009/6525 Esas 2010/3023 Karar sayılı kararında; “… Oluşa, dosya içeriğine, tanıklar O.N. ve M’nin olaydan hemen sonra alınan anlatımlarına göre; birahanede çalışan ve para karşılığı erkeklerle ilişkiye giren maktule ile bir süre birlikte yaşayan, ancak daha sonra onun birahanede çalışmasına ve başkalarıyla birlikte olmasına rıza göstermeyen evli ve iki çocuk sahibi sanığın, olay günü saat 02.00 sıralarında evine gittiği maktulenin kapıyı açmaması üzerine ona küfrederek aşağıya inip bir süre beklediği ve daha sonra maktulenin onu içeri alması üzerine aralarında çıkan tartışma sonrası onu canavarca hisle öldürdüğü olayda; Maktulenin yaşam tarzının sanık yönünden tahrik oluşturmayacağı, olay öncesinde veya sırasında maktuleden kaynaklanan sanık lehine tahrik oluşturacak herhangi bir haksız söz veya eylem bulunmadığı gibi olaydan önce sanığın maktuleye küfretmesiyle ilk haksız hareketin kendisinden kaynaklandığı anlaşıldığı halde, oluşa ve dosya kapsamına uygun olmayacak gerekçeyle ve sanığın daha az ceza almaya yönelik soyut nitelikteki savunmasına itibarla tahrik hükmü uygulanarak eksik ceza tayini,” bozma nedeni kabul edilmiş,
Kararda Daire Üyesi karşı görüşünde;
“…Yerel mahkemenin kabulüne göre, öldürülende 18 bıçak darbesi vardır ve vajinasına tuzluk sokulmuş olmasını canavarca hisle ve eziyet çektirerek öldürme olarak nitelendirmiştir. Öncelikle belirtelim ki, yukarıda da açıklandığı üzere canavarca his ve eziyet çektirme farklı unsurları içerir. İki ayrı unsurun birlikte uygulanmasının kabulünün gerekçesi ortaya konulamadığı gibi dosya içeriğine uygun değildir. Bıçak darbeleri öldürmenin gereğidir ve sayısı sanığın saikini ortaya koymaz.Öldürülenin vajinasına tuzluk sokulması ölümden önce mi, sonra mı gerçekleşmiştir açıkça belirlenememiştir. Sanık lehine yorumla ölümden sonra olduğu benimsenmeliydi. Böylece, öğreti ve uygulamada benimsendiği gibi, ölümden sonra yapılan hareketlerin canavarca his ve eziyet çektirme eylemi sayılamayacağı kabul edilmeliydi. Ölümden önce soktuğu varsayılsa bile, kanımızca bunun cinsel saldırı olarak yorumlanması gerekirdi. …Sanıkla öldürülen F ile evlilik dışı birlikte yaşamaktadırlar. Öldürülen ortak yaşamaya son vermek istemiştir. Bu bağlamda kendi yaşamını seçmekte özgür olup sanığa karşı bir sorumluluğu bulunmamaktadır. Buna karşılık sanığın kendisinden ayrılan ve ekonomik anlamda gereksinimlerini karşılayabilmek için çalışan ve bu nedenle kimi zamanlar başka erkeklerle para karşılığı birlikte olan F’yi şerefini ve namusunu kurtarmak güdüsüyle (töre saikiyle) öldürdüğü anlaşılmaktadır. Bu nedenle 5237 sayılı TCK’nun 82/1-k maddesi uyarınca cezalandırılması gerekirdi… Sanığın öldürme eyleminin TCK’nun 5237 sayılı TCK.nun 82/1-k maddesi kapsamında cezalandırılması gerektiği, canavarca hisle ve eziyet çektirerek öldürme suçunun unsurları oluşmadığı görüşünde bulunduğumdan Sayın Çoğunluğun görüşüne bu yönden karşıyım.” şeklinde görüş bildirdiği görülmüştür.[45]
Töre saikiyle öldürme suçlarında aile meclisi kararının bulunması gerektiği yönünde Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 2008 yılında kararlar verdiği görülmüştür. Kolektif karar birliğini ifade eden “aile meclisi kararı”na bağlı öldürme eylemlerinin çoğunlukla ailenin yaşı küçük bireylerince yerine getirildiği görülmüştür.[46]
Ancak doktrinde, töre saikiyle öldürme suçunda aile meclisi kararının suçun unsuru olarak kabul edilip edilmeyeceği hususunda görüş birliği bulunmadığı görülmektedir. Ancak, töre cinayetleri ile namus cinayetlerinin aynı kapsamda değerlendirmeye tabi tutanlar bu suçta aile meclisi kararının suçun unsuru olmayacağı görüşünde iken, bu tür öldürme eylemlerinde farklılık bulunduğunu savunanlar aksi yönde görüş bildirmişlerdir.[47] Centel/Zafer/Çakmut, töre saikiyle öldürme suçlarında aile meclisi kararının bulunması gerektiğini belirtmiştir.[48]
Aydın’a göre, töre saikiyle işlenen öldürmelerde ailesinin şeref ve haysiyetini zedelediği düşüncesiyle, ailesi tarafından ailenin bir ferdi eylemi gerçekleştirmeye ikna edilmekte ve bu kapsamda kendisine görev verilmektedir.[49]
Hakeri ise, töre sakiyle öldürme suçlarında aile meclisi kararının esaslı unsur olduğunu, ancak bu hususun tasarlama kapsamında değerlendirilebileceği düşüncesiyle ayrıca töre saikiyle öldürme suçunun
Kanaatimiz, töre saikiyle öldürme suçunun her zaman tasarlamayı bünyesinde barındırmadığı, bazı olaylarda tasarlamanın koşulları bulunmaksızın da töre saikiyle öldürme suçunun işlenebileceği yönündedir.
Üçüncü dönemde;
Yargıtay 1. Ceza Dairesi, töre saikiyle öldürme suçlarında aile meclisi kararının bulunması gerektiği yönündeki görüşünü bilahare değiştirdiği, bireysel karar sonucunda da bu suçun işlenebileceğini kabul ettiği, ancak bu dönemde namus ve töre kavramları bazen birbirinin yerine geçen kavramlar olarak kullanıldığı, kararlarda namusunu kurtarma ve töre saikiyle hareket ettiği ifadelerine yer verildiği, bir süre sonra olaylarda haksız tahrik koşullarının bulunup bulunmadığı hususunun töre saikiyle öldürme suçunun oluşup oluşmadığı konusunun belirlenmesi bakımından öncelikle değerlendirilmesi gereken ön soruna dönüştüğü görülmüştür.[50]
Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 16/02/2010 tarih ve 2009/1204 Esas 2010/876 karar sayılı kararında; “… Dairemizin yerleşik kararlarına, töre saikiyle işlenen suçlarda aile meclisi kararı aranmadığından, sanık hakkında 5237 sayılı TCK.nun 82/1-k.maddesinin de uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi, yasaya aykırı ise de bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden hüküm fıkrasının “sanık Selhattin Sezgen’in üzerine atılı kasten 18 yaşından küçük hamile kız kardeşini öldürme suçu sübut bulduğundan eylemine uyan 5237 sayılı TCK.nun 82/1-d-e-f.maddesi” bölümündeki “kardeşini” ibaresinden sonra gelmek üzere “töre saikiyle” ibaresinin, “82/1-d-e-f.” ibaresindeki “f” bendinden sonra gelmek üzere “k” bendinin eklenmek üzere DÜZELTİLEN,” kararın onanmasına karar verildiği görülmüştür.
Yargıtay 1. Ceza dairesi, töre saikiyle işlenen öldürme suçlarında aile meclisi kararı bulunmasının gerekmediği yönünde görüş değişikliğine gittikten sonra ise, bir çok kararında “maktulün yaşam tarzının ailenin namus ve şerefini eksilttiği düşüncesiyle haksız tahrik bulunmaksızın öldürülmesi” şeklinde ifadelere yer verilerek töre ve namus kavramlarının aynı anlamda değerlendirildiği görülmüş, 24/03/2009 tarih, 2009/2965 Esas 2009/1533 Karar sayılı kararında yer alan karşı oy gerekçesinde; “… Yeni Türk Ceza Yasası, “töre sakiyle öldürme” suçunu nitelikli öldürme suçları arasında düzenlemiş, yaptırımını ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olarak belirlemiştir (TCK. m. 82/1-k). Töre kavramı yasada tanımlanmamış olmakla birlikte, töre saikiyle öldürme suçunun, namusunu kurtarmak amacıyla işlenen öldürme suçunu kapsadığı, yasa komisyonu çalışmalarında ve TCK’nun 29. maddesinin gerekçesinde ifade edilmiştir. Öte yandan, yasada, töre saikiyle öldürme suçunun (namus cinayetlerinin) faili ve mağduru yönünden cinsiyet ayırımı yapılmamıştır. Diğer bir ifadeyle, bu suçun faili ve mağduru erkek ya da kadın olabilecektir. Örneği, Birinci Ceza Dairesi bir kararında, olası bir kan davasının başlamasının önlenmesi adına, evli bir kadınla zina yapan erkeğin kardeşi tarafından öldürülmesi eylemini töre saikiyle öldürme suçu olarak kabul etmiştir (1. CD. 21.02.2008 Tarih 2007/5621 Esas ve 2008/1197 Karar). Bu bağlamda somut olay değerlendirildiğinde, kız kardeşinin cinsel birliktelik yaşadığını öğrendiği kişiyi, namusunu ve şerefini kurtarmak güdüsüyle (töre saikiyle) öldüren sanığın eyleminin 5237 sayılı TCK’nun 82/1-k maddesi uyarınca cezalandırılması düşüncesinde olduğumuzdan, sadece bu yönden, sayın çoğunluğun görüşüne katılmadık.” şeklinde değerlendirme yapılarak, töre saikiyle öldürmenin namusunu kurtarmak maksadıyla öldürmeyi kapsadığı dile getirilmiş, gerekçesini ise TCK.nun hazırlık aşamasındaki görüşmeler ve TCK.nun 29. maddesi gerekçesi gösterilmiştir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
I. TÖRE SAİKİYLE ÖLDÜRME SUÇLARINDA HAKSIZ TAHRİK HÜKMÜNÜN UYGULANIP UYGULANMAYACAĞI HUSUSUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ
Koca/Üzülmez, haksız tahrik koşullarının bulunudğu hallerde töre saikiyle öldürme suçunun oluşmayacağını, töre saikişyle öldürme suçundan bahsedilebilmesi için olayda haksız tahrik şartlarının mevcut olmaması gerektiğini belirtmiştir.[51]
Centel/Zafer/Çakmut benzer görüş ileri sümekle birlikte töre ve namus kavramlarının farklı kavramlar olduğu, töre cinayetlerinde ve namus saikiyle işlenen cinayetlerde haksız tahrik indirimi yapılmaması gerektiğini belirtmiştir.[52]
Tezcan/Erdem/Önok, failin töre saikiyle hareket etiğinin kabul edildiği hallerde haksız tahrike dayalı cezasından indirim yapılmaması gerektiğini belirtmiştir.[53]
Turan/Otacı, mağdurun eyleminin fail açısından haksızlık teşkil etitği hallerde töre saikiyle öldürme suçunun haksız tahrik altında gerçekleştiğinin kabul edilmesi gerektiği görüşünü ileri sürmüşlerdir.[54]
Özbek, 5237 sayılı TCK’nın 29. maddesi gerekçesinden bahsederek, öldürme eyleminin töre saikiyle işlenmesi halinde haksız tahrik indiriminin söz konusu olmayacağını belirtmiştir.[55]
Hakeri, töre saikiyle öldürme suçunda haksız tahrik indiriminin yapılıp yapılmayacağı hususunun 5237 sayılı TCK’daki düzenlemelere göre belirsizlik içerdiği, ancak; cinsel saldırı veya istismara uğramış bir kadının töre saikiyle öldürülmesi örneğinde haksız tahrik indirimi yapılamayacağı, ancak diğer hallerde tahrik indirimi yapılabileceği yönünde görüş bildirmiştir.[56]
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 11/05/2010 Tarih, 2010/1-56 Esas 2010/111 Karar Sayılı Kararında,
” Sanıklardan E.P.nin, kasten öldürme suçundan, 5237 sayılı TCY’nın 81, 29, 31/3 ve 62. maddeleri uyarınca sonuçta 6 yıl 8 ay hapis; yasak silah taşıma suçundan 6136 sayılı Yasanın 13/1, TCY’nın 31/3 ve 62. maddeleri uyarınca 6 ay 20 gün hapis ve 250.00 YTL adli para cezasıyla cezalandırılmasına, TCY’nın 50. maddesi uyarınca sanık hakkındaki kısa süreli özgürlüğü bağlayıcı cezanın günlüğü 20 YTL’den 4000 YTL adli para cezasına çevrilmesine ve bu cezasının 52/4. madde uyarınca 1’er ay arayla 8 eşit taksitte alınmasına, sanık hakkındaki yasak silah taşıma suçundan verilen cezanın paraya çevrilmiş oluşu dikkate alınarak hükmün açıklanmasının ertelenmesine yer olmadığına; sanık N.M.P’nin ise, kasten öldürme suçundan TCY’nın 81, 29, 62. maddeleri uyarınca 10 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hakkında TCY’nın 53. maddesinin uygulanmasına; yasak silah taşıma suçundan 6136 sayılı Yasanın 13/1, ve TCY’nın 62. maddeleri uyarınca 10 ay hapis ve 375 YTL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve hakkında TCY’nın 53. maddesinin uygulanmasına, suçu işleyiş şekli, silahla adam öldürmüş olması dikkate alınarak bir daha suç işlemeyeceği kanaati oluşmadığından bu suçtan verilen cezanın TCY’nın 51. maddesi uyarınca ertelenmesine yer olmadığına, suçta kullanılan emanette kayıtlı 2 adet tabanca, boş kovanlar ve diğer eklerinin TCY’nın 54. maddesi uyarınca zoralımına ilişkin, Kayseri 1. Ağır Ceza Mahkemesince 23.11.2007 gün ve 146-328 sayı ile verilen hükmün, sanıklar müdafii ve katılan Ümit vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 15.04.2009 gün ve 7373-2154 sayı ile;
“A) Öldürme suçu yönünden;
a) Anneleri N ile maktûlün ilişkisini ailenin namus ve şerefini eksilten bir davranış olarak nitelendiren sanıkların, eylemlerini, töre/namus saiki ile gerçekleştirdikleri anlaşıldığı halde, 5237 sayılı TCK’nun 82/1-k maddesi gereğince cezalandırılmaları gerekirken, suç vasfında yanılgıya düşülerek, kasten öldürme suçundan aynı Kanunun 81. maddesi ile hüküm kurulması,
b) Olay tarihinde dul ve reşit olan N ile maktûlün yaşam tarzlarının sanıklara yönelik haksız fiil oluşturmayacağı gibi maktûlden gelen ve haksız tahrik oluşturan herhangi bir söz veya davranış bulunmadığı, töre/namus saiki ile öldürme olayında haksız tahrik hükümlerinin sanıklar hakkında uygulanamayacağı düşünülmeden, tahrik hükümleri uygulanmak suretiyle eksik ceza tayini,
B) 6136 sayılı Kanuna Muhalefet suçu yönünden;
5271 sayılı CMK’nun 231. maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasında; ceza miktarının üst sınırının 2 yıla çıkarılması, soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı olan suçlarla ilgili sınırlandırmanın da kaldırılması nedeniyle yerel mahkemece yeniden değerlendirme yapılmasında zorunluluk bulunması” gerekçeleriyle bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel Mahkeme ise, 02.09.2009 gün ve 233-287 sayı ile;
“5237 sayılı TCK’nun 82/1-k maddesinde düzenlenen ‘töre saiki ile adam öldürme’ suçlarındaki töre kavramı Türkçe sözlükte, Töre Cinayeti, ‘bazı bölgelerde töre kurallarına uymama sebebi ile genellikle genç kız ve kadınların aile meclisi kararı ile, yine aileden biri tarafından öldürülmesidir’ şeklinde tarif edilmiştir, töre cinayeti ile namus cinayeti aynı anlamda değildir. Namus cinayeti olarak adlandırılan eylemler, bireysel olmasına karşın, töre cinayetinde özellikle genç kız ve evli kadınların aile veya aşiret ileri gelenlerinin onayı olmaksızın karşı cinsle ilişki kurması, evlenmesi, kaçması gibi olayların ailenin onurunu kırması gerekçesi ile aile meclisi kararı ile öldürülmesi söz konusudur. Töre cinayetinde faili suç işlemeye yönelten saik, töre baskısı altında öç alma duygusu, yanlış dinsel inanç ve toplumsal değer yargısıdır. Töre cinayetlerinin içeriğinde kolektif bir onurun; sosyal, siyasal ve ekonomik boyutları bulunmaktadır ve dolayısıyla da töre cinayetlerinde ailede, cemaatte veya aşirette açıktan veya gizli olarak davranış ve dışlama şeklinde başlayan faili suça mutlak bir şekilde itmekte olan bir karar bulunmakta ve fail bir tek olsa dahi sonuçta açıktan veya üstü örtülü verilmiş kolektif bir karar söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak töre cinayetlerinde kolektif bir karar ve ruh bulunmakta, namus cinayetlerinde kolektif ruh ve karar bulunmamaktadır, dolayısı ile töre ve namus kavramları kabul edildiğinin aksine farklı kavramlar, 5237 sayılı TCK’nun hazırlık aşamasında yapılan tartışmalara rağmen ‘namus’ ibaresi yasa metnine eklenmemiştir” gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.
Bu hükmün de katılan Ü vekili tarafından temyizi üzerine, Yargıtay C.Başsavcılığının “bozma” istemli 25.02.2010 gün ve 32606 sayılı tebliğnamesi ile Birinci Başkanlığa gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca incelenmiş, aşağıda belirtilen gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Katılanın, 6136 sayılı Yasaya aykırılık suçundan açılan kamu davasına katılma ve bu suçtan kurulan hükümleri temyize yetkisi bulunmadığından, katılan vekilinin, sanıklar haklarında 6136 sayılı Yasaya aykırılık suçundan kurulan hükümlere yönelik temyiz isteminin, 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 317. maddesi uyarınca reddine karar verilerek, kasten öldürme suçundan kurulan hükümlerle sınırlı olarak yapılan temyiz incelemesinde;
Kardeş olan sanıkların, dul olan anneleri tanık N ile maktûl arasında gönül ilişkisi ve cinsel birliktelik olduğundan şüphelendikleri, olay günü annesini evde göremeyen sanık E’nin maktûle ait iş yerine geldiği, burada maktûl ve annesini uygunsuz vaziyette görmesinden sonra durumu diğer sanık N.M’ye söylediği, annelerinin maktûlle ilişkisini namus meselesi sayan sanıkların eve gidip silahlarını alarak maktûlün işyerine gittikleri, anneleri ile ilişkisi konusunda maktûlü kısa bir süre sorguladıkları ve ilişkiyi kabul etmeyen maktûlü eylem ve fikir birliği içinde, ele geçirilen ruhsatsız silahları ile ateş ederek öldürdükleri somut olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında, oluş ve sübutta bir uyuşmazlık bulunmayıp, Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Sanıkların eylemlerini 5237 sayılı TCY’nın 82/1-k maddesinde öngörülen töre saikiyle gerçekleştirip gerçekleştirmedikleri,
2- Olayda sanıklar yararına haksız tahrik hükümlerinin uygulanması koşullarının bulunup bulunmadığı,
Noktalarında toplanmaktadır.
“Töre saikiyle” insan öldürme suçu, 01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının 82. maddesinin 1. fıkrasının (k) bendinde, kasten öldürme suçunun nitelikli hali olarak düzenlenmiştir. 765 sayılı Türk Ceza Yasasında yer almayan ve 5237 sayılı TCY ile somut bir norm olarak hukukumuza giren töre saikinin tanımı yasada yapılmamış, “töre saiki”nden ne anlaşılması gerektiği, toplumsal yapıdaki dinanizm de nazara alınarak uygulama ve öğretiye bırakılmıştır.
“Saik” kavramı, Türkçe sözlüklerde, “sebep”, “güdü”, “sevkeden”, “götüren”, “faili suç işlemeye sevkeden his ve menfaat” şeklinde tanımlanmıştır. “Töre” kavramı ise, “bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların bütünü, âdet” ya da “bir toplumdaki ahlaki davranış biçimleri, adap” şeklinde tanımlanmaktadır.
Töre kavramının, namus kavramını da kapsayıp kapsamadığı sorusuna gelince, namus kavramının sözlük anlamının, “bir toplum içinde ahlak kurallarına ve toplumsal değerlere bağlılık, iffet” şeklinde açıklandığı görülmektedir. Tanımların benzerliği nazara alındığında, töre kavramının, namus kavramını da içeren bir üst kavram olduğu anlaşılmaktadır.
Nitekim, Türk Dil Kurumu sözlüğünde “töre cinayeti” kavramının tanımı ise, “bazı bölgelerde geleneksel anlayışlara uymama sebebiyle genellikle genç kız veya kadınların ailesinin kararıyla yine aileden biri tarafından öldürülmesi, namus cinayeti” şeklinde yapılmıştır.
Töre belli koşullarda namusu da içeren bir üst kavram ise de, töre ve namus cinayatlerinin aynı olup olmadığı veya yasa koyucunun, töre saikiyle işlenen kasten öldürme suçlarında, namus saikiyle işlenen kasten öldürme suçlarını mı kast ettiği hususunda bir sonuca ulaşmak için 5237 sayılı TCY’nın yasalaşma sürecinin de değerlendirilmesi gerekmektedir.
5237 sayılı TCY’nın 82. maddesinin TBMM Adalet Komisyonunda görüşmeleri esnasında verilen bir önerge ile, “töre saiki”yle gerçekleştirilen kasten öldürme fiilleri nitelikli hal olarak düzenlenmiş, yapılan görüşmelerde, namus saikiyle işlenen öldürme fiillerinin de bu kapsamda bulunduğu, namus kavramının çok geniş ve ortak bir tanımının bulunmasındaki güçlük nazara alınarak, bu kavramın kullanılmadığı, toplumsal bir değer olarak hukuk düzenince de korunması gereken namusa yönelik saldırılar karşısında esasen haksız tahrik oluşturan davranışlar nedeniyle işlenen suçlarda, toplumsal bir değer olarak kabul edilen bir namus anlayışının da, hukuki korumadan yoksun kalabileceği ve maddenin uygulanması koşullarının oldukça genişletileceği, esasında cezada indirim yapılmasını gerektiren bir hal bulunmasına karşın bunun nitelikli hal olarak düzenlenmesi suretiyle bazı koşullarda çelişki yaratılacağı, buradaki saikin hukuken onaylanmayan ve kabul görmeyen bir saik olması gerektiği, dolayısıyla haksız tahrikin koşullarının bulunduğu olaylarda esasen bu saikle de hareket edilemeyeceği görüşleriyle, “töre saiki” tanımı yapılmadığı gibi, madde metninde de, namus saiki ifadelerine yer verilmemiştir.
Öğretide ise bu suç tipi ile ilgili olarak;
Doç. Dr. Veli Özer Özbek, Yeni Türk Ceza Kanununun Anlamı adlı eserinde; “töre saikiyle öldürme aynı zamanda ‘namus kurtarma’ düşüncesine dayandığı ve kadına yönelik işlendiğinden bu tür fiiller namus cinayeti olarak da adlandırılmaktadır. Kanımızca buradaki töre saikinin namus saikini de içine alacak şekilde anlaşılması gerekir. Böyle olunca sadece bir törenin gereği olarak değil, böyle bir töre olmasa da namusunu kurtarma saikinin varlığı hükmün uygulanması için yeterli olacaktır” (Cilt 2, sh. 243);
Prof. Dr. Zeki Hafıoğulları ve Doç. Dr. Muharrem Özen ise, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Kişilere Karşı Suçlar adlı eserlerinde, “Töresel olmayan ama yaygın rastlanan bazı haller konusunda bir açıklık getirmemiş olmakla birlikte, Kanun, feodal toplumun, feodal toplum kalıntısı toplumların töresel bir davranışı olan namus kurtarmak saikiyle insan öldürmeyi suçu ağırlatan neden sayması övülecek, yerinde bir davranış olmuştur.
… Töre saikiyle öldürmenin kabul edilebilmesi ve cezanın artırılabilmesi için, bizce, öldürme fiili, namus kurtarmak adına, aile meclisinin kararı olarak, kirlendiği düşünülen kadın veya kızın yahut birlikte kirletenin öldürülmesi biçiminde gerçekleşmiş olmalıdır” (sh. 54),
Açıklamasına yer vermişlerdir.
Gerek yasanın hazırlık çalışmaları, gerekse öğretideki görüşler birlikte değerlendirildiğinde, yasa koyucunun bu suç tipini nitelikli hal olarak öngörmesinin en başta nedeninin, “töre veya namus cinayeti” olarak adlandırılan akraba içi öldürme suçlarında haksız tahrik indiriminin yanlış biçimde uygulanmasının önüne geçmek” olduğu, failin adeta görev bilinciyle hareket ettiği bu suç tipinde, namus kavramına yer verilmemesinin, ileride doğabilecek olan sorunları önlemeye ve hukuk düzenince de kabul edilen bir namus anlayışının hukuki korumadan yoksun bırakılmasının önüne geçmek olduğu, bununla birlikte, toplumun ortak vicdanı ve hukuk düzenince de kabul görmeyen bir namus anlayışıyla gerçekleştirilen öldürme fiilerinin de bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği, bu suç tipinde, genel olarak mağdur kadın ise de, yasa koyucunun bir ayrım gözetmediği, “töre saiki” kavramının, belirli koşullarda namus saikini de kapsayan bir üst kavram olduğu, namus saikiyle işlenen bir kısım kasten öldürme suçlarının da 5237 sayılı TCY’nın 82/1-k maddesi kapsamında cezalandırılması gerektiği,
Diğer yönden, yerel mahkemenin direnme gerekçesinde belirttiği ve öğretide de bir kısım yazarlarca kabul edilen, töre saikiyle suçun işlendiğinin kabulü için, aile meclisi kararı alınması ve bunun ailenin fertleri tarafından uygulamaya konulması gerekliliğinin, 765 sayılı TCY dönemindeki yargısal uygulamalardan kaynaklandığı, yasal dayanağı bulunmayan bu görüşe, hükmün konuluş amacı da nazara alındığında katılmanın olanaksız olduğu, belli bir yöreye özgülenmiş bir kavram olan, aile meclisi kararı aranmasının, Anayasa’daki eşitlik ilkesine aykırı olacağı ve bu suçun ancak belirli bir bölgede veya belirli bir kültürel yapıya sahip kişilerce işlenebileceği sonucunu doğuracağı, hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayacak bu kabulün, suçun yasallık ilkesine de aykırılık oluşturacağı ve hukuki dayanağı bulunmayan bir kuruma hukuk düzenince geçerlilik tanıyacağı açıktır.
Kaldı ki, bir saikin etkisiyle işlenen, töre saikiyle insan öldürme suçunun, tek bir fail tarafından ve anlık bir karar ile işlenebilmesi olanaklı olup, aile meclisi kararının aranması ve bu hususun suçun önkoşulu olarak görülmesi halinde, adeta işlenemez ve zorunlu azmettirmeyi gerektiren bir suç tipi yaratılmasına da yol açılacaktır.
Bu açıklamalar ışığında birinci uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanıkların, kasten öldürme eylemini, maktûl ile anneleri N arasındaki cinsel birliktelik nedeniyle gerçekleştirdiklerinde, gerek sanıkların savunmaları, gerekse tanık N’nin anlatımları karşısında kuşku bulunmamaktadır. Sanıkların annesi olan tanık N, yetişkin ve dul bir kadındır. Sanıklar, anneleri ile maktûl arasındaki ilişkiyi namus sorunu sayarak, maktûl ile konuşmaya giderken dahi silahlarını yanlarına alıp, ailenin namus ve şerefini kurtarmak saiki ile maktûlü öldürmüşlerdir. Bu nedenle de eylemleri TCY’nın 82/1-k maddesine uymaktadır.
İkinci uyuşmazlık nedenine gelince;
Töre saikiyle işlenen suçlarda haksız tahrik özel bir öneme sahip olup, bu husus madde gerekçesinde ve madde ile ilgili yasama çalışmalarında; “Hiddet veya şiddetli elemin haksız bir fiil sonucu ortaya çıkması gerekir. Maddeye bu ibarenin eklenmesinin amacı, ülkemizde özellikle ‘töre veya namus cinayeti’ olarak adlandırılan akraba içi öldürme suçlarında haksız tahrik indiriminin yanlış biçimde uygulanmasının önüne geçmektir.
Maddedeki düzenleme nedeniyle bir suçun mağduruna yönelik olarak gerçekleştirilen fiiller dolayısıyla fail haksız tahrik indiriminden yararlanamayacaktır. Örneğin cinsel saldırıya maruz kalmış kadına karşı babanın veya erkek kardeşin işlediği öldürme fiilinde, haksız tahrike dayalı olarak ceza indirimi yapılamayacaktır. Maddedeki haksız fiil terimi, bir davranışın hukuk düzenince tasvip edilmediği anlamına gelmektedir. Ancak böyle bir haksız fiili yapan kişiye karşı yönelik fiilin varlığı durumunda maddenin uygulanması söz konusu olabilecektir” şeklinde açıklanmıştır.
5237 sayılı TCY’nın 29. maddesinde ise; “Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir” şeklinde kusurluluğu azaltan bir neden olarak düzenlenen haksız tahrik, failin haksız bir tahrikin yarattığı hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında hareket ederek bir suç işlemesini ifade eder. Bu halde fail, haksız bir tahrikin doğurduğu öfke veya elemin tesiri altında, suç işleme yönünde önceden bir karar vermeksizin, dışardan gelen etkinin ruhsal yapısında yarattığı karışıklığın sonucu olarak suç işlemeye yönelmektedir.
Görüldüğü gibi suçun bu nitelikli halinin oluştuğu hallerde esasen tahrik hükümleri uygulanmayacak, tahrikin varlığı halinde ise suç niteliği değişecektir.
Bu açıklamalar ışığında, somut olay değerlendirildiğinde;
Sanıkların, insan öldürme eylemini, maktûl ile anneleri N arasındaki cinsel birliktelik nedeniyle gerçekleştirdikleri, sanıkların anneleri ile maktûl arasındaki ilişkiyi namus sorunu sayarak, ailenin namus ve şerefini kurtarmak saiki ile maktûlü öldürdükleri ve eylemlerinin TCY’nın 82/1-k maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, sanıkların annesi olan tanık Nuran’ın yetişkin ve dul bir kadın olması, maktûl ile aralarında bir yakınlaşmanın olmasının hukuki bakımdan haksız bir eylem olarak nitelendirilemeyeceği, diğer yönden her ikisi de yetişkin olan, tanık Nuran ile maktûlün, dış dünyaya yansıyan, sanıkları toplum önünde küçük düşürecek nitelikte bir davranışlarının da bulunmadığı, sanıkların dahi savunmalarında bu yönde bir iddiada bulunmadıkları, yine sanık savunmalarına göre, olay öncesinde maktûl ile konuştuklarında, maktûlün, tanık N ile aralarında bir ilişki olduğunu de kabul etmediği, maktûlden kaynaklanan ve sanıklar yararına haksız tahrik hükümlerinin uygulanmasını gerektirir bir haksız eylemin de bulunmadığı nazara alındığında, ailenin namus ve şerefini kurtarmak saiki ile maktûlü öldüren sanıklar hakkında tahrik hükümlerinin uygulanması olanaksız olup, yerel mahkemece, maktûlden kaynaklanan herhangi bir haksız eylem bulunmadığı halde, yalnızca sanıkların şiddetli elemin etkisi altında eylemlerini gerçekleştirdiklerinin kabulü ile sanıklar yararına haksız tahrik hükümlerinin uygulanması ve suç niteliğinin hatalı belirlenmesi isabetsiz ve yasaya aykırıdır.
Bu itibarla yerel mahkeme direnme hükmünün, suç niteliğinin hatalı belirlenmesi ve koşulları bulunmadığı halde sanıklar yararına haksız tahrik hükümlerinin uygulanması isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmelidir.“[57] şeklinde karar vermiş, anılan kararda; töre kavramının belli koşullarda namusu da içeren bir üst kavram olduğu, namus saikiyle işlenen bir kısım kasten öldürme suçlarının da 5237 sayılı TCY’nın 82/1-k maddesi kapsamında cezalandırılması gerektiği, belli bir yöreye özgülenmiş bir kavram olan “aile meclisi kararı” aranmasının Anayasa’daki eşitlik ilkesine aykırı olacağı ve bu suçun ancak belirli bir bölgede veya belirli bir kültürel yapıya sahip kişilerce işlenebileceği sonucunu doğuracağı, hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayacak bu kabulün suçun yasallık ilkesine de aykırılık oluşturacağı ve hukuki dayanağı bulunmayan bir kuruma hukuk düzenince geçerlilik tanıyacağı, bir saikin etkisiyle işlenen töre saikiyle insan öldürme suçunun tek bir fail tarafından ve anlık bir karar ile işlenebilmesi olanaklı olup aile meclisi kararının aranması ve bu hususun suçun önkoşulu olarak görülmesi halinde adeta işlenemez ve zorunlu azmettirmeyi gerektiren bir suç tipi yaratılmasına da yol açılacağı, suçun bu nitelikli halinin oluştuğu hallerde esasen tahrik hükümleri uygulanmayacağı, tahrikin varlığı halinde ise suç niteliğinin değişeceği kabul edilmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun “Her töre cinayeti namus cinayetidir; ancak her namus cinayeti töre cinayeti değildir’’ sonucunu doğuran görüşünün mantıksal tutarsızlık içermesi ve kıyas yasağına aykırılığı hususu nazara alınarak 14/06/2011 tarih, 2011/1-138 Esas 2011/130 Karar sayılı kararında;
“…Bu tanımlamalardan, töre ve namusun, birbirlerine kısmen benzer ve yakın olmakla birlikte birbirlerinden ayırt edilmesi gereken farklı kavramlar olduğu görülmektedir.
Töre belli koşullarda namusu da içine alan bir üst kavram ise de, öncelikle töre ve namus cinayetlerinin aynı kapsamda olmadığı belirtilmelidir. Ait olunan toplulukta geçerli ve herkes tarafından kabul edilen töre gereğince namus cinayeti işlenmesi olanaklı olup bu durumda kasten öldürme fiilinin töre saikiyle işlendiği kabul edilebilir. Ancak bununla birlikte toplumda “namus cinayeti” olarak adlandırılan her kasten öldürme eyleminin töre saikiyle işlenmediği ve bu tür eylemlerin kişilerin kendi namus anlayışının bir sonucu olarak ve töre ile yakından uzaktan ilgisi olmayacak şekilde gerçekleştirildiği de gözden uzak tutulmamalıdır.
Töre saikiyle hareket ederek kasten öldürme suçunu işleyen fail, görev bilinciyle hareket etmekte ve hukuk düzenince uygun görülmeyerek cezalandırılan bu davranışı nede¬niyle ait olduğu toplulukta saygınlık ve itibar kazanmakta, hoş görülmekte ve korunmaktadır. Oysa töre saikinden bağımsız olarak kendi namus anlayışının bir sonucu olarak kasten öldürme fiilini gerçekleştiren fail açısından aynı durum sözkonusu olmamaktadır.
Nitekim öğretide töre saikiyle işlenen namus cinayetlerine ilişkin olarak; “namus cinayetleriyle kastedilen medeni durumlarından bağımsız olarak kadınların aile namusunu ve şerefini kurtarmak adına, geniş anlamda ve çekirdek aileyle sınırlandırılamayacak bir ailenin üyeleri tarafından öldürülmeleridir”(Dr. Ece GÖZTEPE, Namus Cinayetlerinin Hukuki Boyutu: Yeni TCK’nun Bir Değerlendirmesi, TBB Dergisi, s.59, sh.29, 2005), “Töresel olmayan ama yaygın rastlanan bazı haller konusunda bir açıklık getirmemiş olmakla birlikte, Kanun, feodal toplumun, feodal toplum kalıntısı toplumların töresel bir davranışı olan namus kurtarmak saikiyle insan öldürmeyi suçu ağırlatan neden sayması övülecek, yerinde bir davranış olmuştur…Töre saikiyle öldürmenin kabul edilebilmesi ve cezanın artırılabilmesi için, bizce, öldürme fiili, namus kurtarmak adına, aile meclisinin kararı olarak, kirlendiği düşünülen kadın veya kızın yahut birlikte kirletenin öldürülmesi biçiminde gerçekleşmiş olmalıdır” (Prof. Dr. Zeki Hafıoğulları ve Doç. Dr. Muharrem Özen, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Kişilere Karşı Suçlar, sh. 54) şeklinde açıklamalar yapılmaktadır.
Diğer taraftan 5237 sayılı TCY’nın “Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesi” başlıklı 2. maddesinin 3. fıkrasında; “Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz” hükmü getirilmiştir. Maddenin gerekçesinde; “Böylece ceza kanunlarının bireye güvence sağlama işlevinin bir gereği daha yerine getirilmiş olmaktadır. Yeni tarihli ceza kanunlarında da kıyas yasağına ilişkin olarak açık hükümlere yer verilmektedir. Örneğin yeni Fransız Ceza Kanununda bu husus ‘ceza kanunları dar yorumlanır’ biçiminde ifade edilmiştir. Kıyas yasağıyla getirilen güvencenin tam anlamıyla uygulanabilmesini mümkün kılmak amacıyla, kıyasa yol açacak şekilde yapılacak geniş yoruma da başvurulamayacağı açıkça ifade edilmiştir. Ancak bu hükümle ceza hukukunda genişletici yorum tümüyle yasaklanmamakta, sadece bu yorum biçiminin kıyasa yol açacak şekilde uygulanmasının önüne geçilmek istenmektedir”[58] denilerek,töre ve namusun, birbirlerine kısmen benzer ve yakın olmakla birlikte birbirlerinden ayırt edilmesi gereken farklı kavramlar olduğu, gerek 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının hazırlık çalışmaları, gerekse öğretideki görüşler ve yasal düzenlemeler ile birlikte değerlendirildiğinde, yasa koyucunun bilinçli bir tercih olarak “töre saiki” kavramına yer verdiği ve “namus saiki” kavramını kullanmadığı, töre saiki ile işlenen namus cinayetlerinin bu kapsamda mütalaa edilmesini arzu ettiği, buna karşın toplumda “namus cinayeti” olarak adlandırılan her kasten öldürme fiilini töre saikiyle kasten öldürme içinde değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin bir iradesinin bulunmadığı, yasa koyucunun öngörmediği bir şekilde namus saiki ile töre saiki kavramlarının özdeşleştirilmesi yasa maddesinin kıyasa yol açacak şekilde geniş yorumlanmasıdır ki buna 5237 sayılı TCY’nın 2/3. maddesi uyarınca yasal olanak bulunmadığı belirtilerek töre saikiyle öldürme suçlarında kategorik kabule gidilemeyeceği ve her olayda failin saikinin araştırılması gerektiğine vurgu yapılmıştır..
Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 12/12/2012 tarih, 2012/3659 Esas 2012/9331 Karar sayılı kararında;
“…Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğü’nde “töre” kelimesinin; “bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların bütünü, adet, bir topluluktaki ahlaki davranış biçimleri, adap” olarak tanımlandığı, ayrıca “saik” kelimesinin, “sebep, güdü, kasta öngelen ve onu hazırlayan düşünce”, “öldürmenin töre saikiyle gerçekleştirilmesinin” ise “öldürmeye yönelik kastın, töre anlayışının etkisi altında şekillenmesi” anlamlarına geldiği, genelde iyi davranış biçimlerini ifade etmek için kullanılan “töre” kavramının zaman zaman “kötü” davranış biçimlerini ifade etmek için de kullanılabildiği, bu anlamda, Türk Ceza Kanunu’nun 82. maddesinin 1. fıkrasının (k) bendinin konusunu oluşturan “töre”nin, “belli bir davranışı gerçekleştirenin veya belli bir yaşam biçimini tercih edenlerin öldürülmesini gerektiren”, “kötü bir töre”yi ifade ettiği, bir davranışın töreden kaynaklandığını söyleyebilmek için, bu davranışın “bir toplulukta genel olarak benimsenmiş, yerleşmiş yaşam biçimlerinden veya değer yargılarından kaynaklanmasının” gerekli olduğu, yasal düzenlemede geçen “saik” kelimesinin, öldürme fiilinin fail tarafından “başka her türlü etkiden uzak olarak sırf toplumda benimsenmiş olan genel bir davranış veya yaşam biçimine aykırı davranılmış olmasını cezalandırmayı görev addedip onun etkisiyle” işlenmesini, başka bir deyişle, “öldürme kastının, kötü törenin etkisiyle oluşması lüzumunu” ifade ettiği, bu durumdaki failin “öldürme eylemini” gerçekleştirirse toplum tarafından “saygınlık” ile ödüllendirileceğini, gerçekleştirmediği takdirde ise “kınanacağını” düşünmesi ve bu eylemi saygınlık kazanmak ya da kınanmamak için işlemesi gerektiği, dolayısıyla “töre saikiyle öldürme”den bahsedilebilmesi için, öncelikle mağdurun “toplumda genel olarak benimsenmiş olan bir davranış veya yaşam biçimine aykırı davranmış olmasının, ikinci olarak bu aykırı davranışın “ölümle” cezalandırılması gerektiğinin o toplumda yaşayanlar tarafından beklenen bir tepki olduğunun kabul edilebilmesinin, üçüncü olarak ise öldürme fiilinin fail tarafından toplumun öldürme beklentisinin yönlendirmesiyle sırf aykırı davranışın cezalandırılması görevi üstlenilerek işlenmesinin” şart olduğu, burada “toplumdan” kastedilenin “tüm ülke” olabileceği gibi “köy, mahalle, geniş aile gibi” küçük bir topluluk da olabileceği, “töre saikiyle öldürme” suçunun oluşması açısından bunlar arasında fark bulunmadığı, “töre” kavramıyla sık sık karıştırılan “namus” kavramının ise “bir toplum içinde ahlak kurallarına ve toplumsal değerlere bağlılık, iffet, doğruluk, dürüstlük” olarak tanımlandığı, bu anlamda, töre ile namusun benzer ancak farklı kavramlar oldukları, törenin belli koşullarda namusu da içine alan üst bir kavram olarak ortaya çıkabileceği durumlar var ise de, diğer koşulların bulunmadığı hallerde, sırf kişilerin sübjektif namus anlayışından, kıskançlıktan, cinsel arzu ve isteklere karşılık alamamaktan, kınamaktan, hoşlanmamaktan, tasvip etmemekten, söz geçirememekten kaynaklanan öldürme fiilerinin “töre saikiyle öldürme” olarak nitelendirilemeyeceği, aynı şekilde, toplumun tasvip etmediği veya kınadığı davranışları işleyenlerin ya da yaşam biçimini tercih edenlerin öldürülmesi” biçiminde gerçekleştirilen her fiilin de toplumdaki öldürme beklentisi açıkça ortaya konulmadan”, sırf bu nedenle “töre saikiyle öldürme” olarak değerlendirilemeyeceği, buna göre, “töre cinayeti ile namus cinayetinin” aynı kavramlar olduğunun söylenemeyeceği, zira, suçta ve cezada kanunilik prensibi ile ceza hukukundaki kıyas yasağının, “töre saikiyle öldürme” suçunun uygulanma alanını bu şekilde genişletmeye izin vermeyeceği,”[59] şeklinde açıklama yapılarak töre sakiyle işlenen öldürme suçlarında bulunması gereken ölçütlere yer verilmiş, anılan suçun oluşabilmesi için kararda belirtilen üç unsurun bulunması gerektiğine işaret edilmiştir.
II. TÖRE SAİKİYLE ÖLDÜRME SUÇUNDA BU NİTELİKLİ HALİN ŞERİKLERE SİRAYETİ VE DİĞER NİTELİKLİ HALLERLE BİRLİKTE İŞLENMESİ DURUMU
İştirak halinde işlenen suçlarda “faillik” ve “şeriklik” olmak üzere iki iştirak şekli kabul edilmektedir. Bu ayrımda “fiilin işlenişi üzerinde kurulan hakimiyet” kriteri esas alınmaktadır. TCK.nun 37/1. maddesindeki “Suçun kanunî tanımında yer alan fiili birlikte gerçekleştiren kişilerden her biri, fail olarak sorumlu olur.” ifadesi bunu göstermektedir.
Faillik, “doğrudan fail” ve “dolaylı fail” olmak üzere iki ayrı şekilde karşımıza çıkar. Kanuni tipe uygun fiili tek başına icra eden kişiye doğrudan fail, bir başkasını suçun işlenmesinde aracı olarak kullanan kişiye ise dolaylı fail denilir. Birden çok kişinin suçun işlenmesinde ortak hakimiyet kurmalarında ise müşterek faillik söz konusudur.
Suçun işlenmesine katılan ancak bu katılımı fiil üzerinde hakimiyet ölçüsüne varmayan fail ise “şerik” olarak adlandırılır. Suçun işlenmesinde fiil üzerinde ortak hakimiyet kuran failin eylemi kanuni tipe uygun olmasına rağmen şerikin eylemi tipe uygun değildir. Şayet şerikliğe ilişkin yasal düzenleme bulunmasaydı suçun işlenişe yaptığı katkının tipik olmaması nedeniyle şerikin işlenen suçtan sorumlu tutulması mümkün olmayacaktı. Şerikliğin azmettiren ve yardım eden olarak iki görünüm şekli vardır. Azmettiren ve yardım eden faillerin işlenen suçtan sorumlulukları TCK.nun 40. maddesinde düzenlenen bağlılık kuralı ile açıklanmaktadır.[60]
Azmettiren ve yardım edenin bağlılık kuralı gereğince işlenen suçtan sorumlu tutulabilmeleri için asıl failin kasten hareket etmesi ve fiilinin hukuka aykırı olması yanında TCK.nun 40/3 maddesi hükmü gereğince asıl failin fiilinin en azından teşebbüs aşamasına ulaşması da gerekir. Suça hem fail hem de şerik olarak katılma durumunda “failliğin şerikliğe nazaran önceliği” ilkesi gereğince kişi sadece fail olarak sorumlu tutulacaktır. Yine bir kişi hem azmettiren hem de yardım eden olarak fiile katılmış ise azmettirmeye ilişkin normun şerikliğe ilişkin norma göre asli norm niteliğinde olmasından hareketle sadece azmettiren olarak sorumlu tutulacaktır.
Müşterek faillikte, her bir suç ortağı fail statüsünde olup faillerin sorumluluğunun belirlenmesinde burada bağlılık kuralı uygulanmayacaktır.
Bir başka kişiyi suçun işlenmesinde vasıta-araç olarak kullanan kişi de, icra hareketlerini gerçekleştiren kişi ve onun fiili üzerinde hakimiyet kurması nedeniyle TCK.nun 37/2 maddesi kapsamında “dolaylı fail” olarak sorumlu olacaktır. Dolaylı failin, fiili icra eden kişi ve onun fiili üzerindeki hakimiyeti cebir ve tehdide dayanıyorsa fiili icra eden kişinin hukuki durumu TCK.nun 28. maddesi kapsamında “Karşı koyamayacağı veya kurtulamayacağı cebir ve şiddet veya muhakkak ve ağır bir korkutma veya tehdit sonucu suç işleyen kimseye ceza verilmez. Bu gibi hâllerde cebir ve şiddet, korkutma ve tehdidi kullanan kişi suçun faili sayılır.” şeklindeki düzenlemeye göre değerlendirilecektir. Yine, fiili icra eden kişinin kaçınılmaz yanılgı içerisinde bulunması halinde bu kişinin sorumluluğu TCK.nun 30. maddesi kapsamında hata hükümleri çerçevesinde değerlendirilecek, ancak bu kişiyi suçun işlenmesinde vasıta-araç olarak kullanan ise dolaylı fail olarak sorumlu tutulacaktır.
TCK.nun 37. madenin 2. fıkra 2. cümlesindeki “Kusur yeteneği olmayanları suçun işlenmesinde araç olarak kullanan kişinin cezası, üçte birden yarısına kadar artırılır.” şeklindeki düzenleme gereğince, kusur yeteneği bulunmayan kişilerin (örneğin, TCK.nun 31/1 maddesi kapsamında on iki yaşını doldurmamış çocukların veya TCK.nun 32. maddesi kapsamında akıl hastalarının) suçun işlenmesinde araç olarak kullanılması halinde bunları kullanan kişiler dolaylı fail olarak sorumlu tutulacak ve cezalarında artırıma gidilecektir.
Yukarıda açıklandığı üzere şeriklik azmettirme ve yardım eden olarak iki görünüm şekli bulunmaktadır.
Azmettirme, “belli bir suçu işleme hususunda henüz bir fikri olmayan bir kişinin başkası tarafından bu suçu işlemeye karar verdirilmesidir..”[61] şeklinde açıklanmıştır. Şayet kişi bir suçu işlemeye önceden karar vermiş ise artık bu kişinin azmettirilmesinden bahsedilmeyecek koşulları varsa yardım etme söz konusu olacaktır. Madde gerekçesinde de açıklandığı üzere izlenen suç politikasının gereği olarak, azmettirenin suçun kanundaki cezası ile cezalandırılacağı kabul edilmiştir
Yardım etme ise, bir başkasının kasten işlemekte olduğu suça TCK.nun 39/2 maddesinde belirtilen şekillerde suçun işlenmesinde kullanılan araçları sağlamak veya suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak şeklinde maddi olabileceği gibi, faili suç işlemeye teşvik etmek, suç işleme kararını kuvvetlendirmek, suçun işlenmesinden sonra yardımda bulunmayı vaad etmek, suçun nasıl işleneceği konusunda yol göstermek şeklinde en geç suç tamamlanıncaya kadar manevi destek vermek şeklinde olabilir.
Töre saikiyle öldürme suçunda suça katılanların müşterek fail statüsünde olup olmadığı suçun işlenişine sağladıkları katkı gözetilerek belinlenecektir. Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 13/06/2012 tarih, 2012/1475 Esas 2012/4900 Karar sayılı kararında; “…Kardeşi sanık M’nin, sanık Ö’nün kızkardeşi ile evliliklerinin sağlanması bakımından küçük yaşta yöresel adet gereği berdel suretiyle 1969 doğumlu sanık Ö ile gayri resmi evlendirilen maktule G’nin 12 yıllık bu birlikteliğinden 1995 doğumlu müşterek çocuklarının bulunduğu, köyde çıkan birtakım söylentiler dolayısı ile İstanbul’a taşınmayı isteyen maktulenin bu talebinin gayriresmi eşi sanık Ö ve kendi ailesi tarafından olumlu karşılanmaması üzerine, kızı S’yi de yanına alarak İstanbul’a gittiği ve orada çalışmaya başladığı, ancak babasının öldürülmeyeceği konusunda söz vermesi üzerine köyüne geri döndüğü, maktulenin bu davranışlarının ailenin namusunu lekelediği düşünce ve saiki ile hareketle sanıkların fikir ve eylem birliği içerisinde olay günü sanık Ö ile gayri resmi birlikteliğinin bitirilmek istenmesi ve eşyalarının paylaşılması bahanesi ile kardeşi sanık M’nin, maktuleyi sanık Ö’nün bulunduğu eve gönderdiği, onunla birlikte gitmek isteyen müdahil H’nin ise sanıklar M ve İ tarafından engellendiği, ancak bir fırsatını bulan maktulenin kardeşi tanık N’nin de onunla birlikte gittiği, maktulenin sanık Ö’nün evinde bulunduğu sırada sanık Ö’nün tabancasını çekerek ateş etmesi, akabinde tanık N’nin Ö’yü itelemesi üzerine maktulenin isabet almadığı, silah sesi üzerine sanık M.Ş’nin yanlarına geldiği, bu kere sanık Ö’nün yere düşen silahını alarak kaçmakta olan maktule G’ye, ateş ettiği onu kolundan yaraladığı, daha sonra sanık M.Ş’nin evinden kaleşinkof tüfeğini alarak maktuleyi aramak amacıyla peşinden gittiği, maktulenin yaralı olarak baba evine gitmeyi başardığı ve annesi ile kızkardeşinin yardımı ile evlerindeki sandığa saklandığı, sanıklardan İ, A ve M.Ş’nin evin penceresini kırarak içeri girip maktuleyi evin içinde aradıkları, bulamayınca kesintisiz olarak bu defa dışarıda aramaya devam ettikleri, yardım çağırmalarını önlemek amacıyla evdeki telefonlarını alarak dışarı ile irtibatlarını kestikleri, yaklaşık iki saat sonra maktulenin içeride olduğundan emin olunca bu kere sanıklar B,H,İ,M’nin maktulenin bulunduğu odaya gidip, sanık B’nin kapıyı tuttuğu bir esnada diğer sanıklardan M ve İ’nin salonda bulunan müdahil ve tanıkların bu odaya girmelerine engel oldukları, sanık A’nın evin dışındaki tanıkların içeri girmelerini önlediği, sanık Ö’nün odanın penceresinin dışında beklediği ve sanık M.Ş’nin ise kaleşnikof tüfek ile maktulenin saklandığı sandığa birçok kez ateş ederek öldürdüğü olayda, tüm sanıkların fikir ve irade birliği içerisinde ve fiil üzerinde ortak hakimiyet kurarak lekelendiğini düşündükleri namuslarını temizlemek amacıyla ve töre saiki ile maktuleyi öldürdükleri anlaşılmakla, sanıkların 5237 sayılı TCK.nun 37.maddesi kapsamında suça müşterek fail yerine, aynı yasanın 39. maddesi uyarınca yardım eden olarak katıldıklarının kabulü ile yazılı şekilde hüküm kurulması,“nı bozma nedeni yapmıştır.[62]
III. İŞTİRAK HÜKÜMLERİ KAPSAMINDA ‘’TÖRE SAİKİ’’ NİTELİKLİ HALİNİN ŞERİKLERE SİRAYETİ
765 sayılı Türk Ceza Kanununun yürürlükte olduğu dönemde cezanın ağırlaştırılması ve hafifletilmesi sonucunu doğurmalarından hareket edilerek suça etki eden nedenler “fiili veya şahsi nedenler” olarak ifade edilmiştir.[63]
5237 sayılı Türk Ceza Kanununda bu husus “nitelikli hal” tabiri ile açıklanmış, TCK.nun 61/4 maddesinde “Bir suçun temel şekline nazaran daha ağır veya daha az cezayı gerektiren birden fazla nitelikli hâller…” ifadesi, TCK.nun bağlılık kuralı başlıklı 40. maddesinin gerekçesinde “… cezayı hafifleten veya ortadan kaldıran kişisel nedenler, ancak ilgili suç ortağı açısından hukukî sonuç doğururlar.” ifadesi kullanılmıştır.[64]
Cezaya etki eden fiili ve şahsi nedenlerden ne ifade edilmek istendiği hususu önem arzetmektedir. 765 sayılı TCK. nun 66. maddesinde “Bir cürüm veya kabahati beraber işleyenlerden veya icrasını kolaylaştırmağa yardım edenlerden biri hakkında teşdidi cezayı mucip olan şahsa merbut daimî veya ârızî ahval ve evsaf, cürüm veya kabahate iştirak eyledikleri zamanda ona vâkıf olan faillere dahi sirayet eder. Ancak haklarında terettüp eden cezanın altıda biri indirilebilir ve Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ile müebbet ağır hapis cezasına bedel yirmi seneden yirmi dört seneye kadar ağır hapis cezası hükmolunur.” şeklinde ifadeye yer verilmekle birlikte “cezayı etkileyen fiili veya şahsi nedenler” den anlaşılması gereken hususun ne olduğu konusunda görüş birliği bulunmadığı görülmektedir. Örneğin; Dönmezer/Erman, tasarlayarak veya canavarca his saikiyle eylemin gerçekleştirilmesi hususunu kişisel ağırlaştırıcı neden olarak değerlendirmesine rağmen[65] Erem/Danışman/Artuk ise fail ile mağdur arasında altsoy üstsoy ilişkisinin varlığı kişisel ve fiile bağlı ağırlaştırıcı neden özelliği taşımakla birlikte fiili unsurun daha baskın olduğunu ileri sürmüştür.[66]
Kaymaz ise, fiile bağlı nitelikli hallerin “Suçun işleniş biçiminden, mağdurun sıfatından, suçun işlendiği yer veya zamandan, suçun maddi konusundan veyahut meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığından kaynaklanan ve cezanın ağırlaştırılması veya hafifletilmesi sonucunu doğuran” durumlar olduğunu belirtmiştir. Örneğin; TCK.nun 149/1-a maddesinde yağma suçunun silahla işlenmesi, TCK.nun 86/3-e maddesinde kasten yaralama suçunun silah kullanılarak işlenmesi, TCK.nun 143. maddesinde hırsızlık suçunun gece vakti işlenmesi, çocuğu veya ruh/beden bakımından kendisini savunamayacak durumda olan kişiyi öldürme suçlarında belirtilen durumlar fiile bağlı nitelikli haller olarak görülmelidir.[67]
Failin şahsından veya fail ile mağdur arasındaki ilişki veya saikten kaynaklanan nedenler ise suça etki eden kişisel nedenler olarak ifade edilmektedir.[68]
TCK.nun 82/1-d maddesinde belirtilen, kasten öldürme suçunun “üstsoy veya altsoydan birine ya da eş veya kardeşe karşı” işlenmesi halinde mağdur ile fail arasındaki ilişkiden kaynaklı cezayı ağrılaştıran şahsi neden bulunmaktadır.
Bizim katıldığımız ve Kaymaz tarafından ileri sürülen görüşte, failin saikine önem verilen kan gütme saikiyle öldürme, töre saikiyle öldürme veya canavarca his saikiyle öldürme suçlarından failin saikinden kaynaklanan ve cezayı artıran kişisel nitelikli hal olduğu kabul edilmelidir[69].
Hafızoğulları/Özen ise kast kuralının geçerli olduğu nazara alınarak cezayı ağırlaştıran nedenin fiili veya şahsi olup olmadığı hususunun öneminin bulunmadığı, her iki halde de bilindiklerinde cezayı ağırlaştıran nedenin sirayet edeceğini ileri sürmüşlerdir.[70]
Suça etki eden nedenler ayrı, cezayı azaltan kişisel nedenler, şahsi cezasızlık durumu veya cezanın ortadan kaldırılmasını gerektiren kişisel nedenler ayrıdır. Suçu etkileyen nedenlerin cezayı da etkilediği, ancak cezayı etkileyen her durumun suçu etkileyen neden olmadığı görülmelidir.[71]
1. NİTELİKLİ HALLERİN SUÇ ORTAKLARINA SİRAYETİNİN ŞARTLARI
A. Bütün Suç Ortakları Bakımından İşlenen Suçun Aynı Olması
Suça etki eden ağırlaştırıcı nedenlerin şerikler hakkında tatbik edilebilmesi aynı suç yönünden iştirak iradesinin mevcut olması ve şeriklerin bu ağırlaştırıcı nedenin varlığını bilmeleri halinde mümkündür. Şayet şeriklerden biri iştirak iradesi dışına çıkmış ise aşan kısımdan diğerleri sorumlu tutulmayacaktır. Örneğin, iştirak iradesinin kasten yaralamaya yönelik olmasına rağmen şeriklerden biri yaraladığı kişinin üzerinden para almış ise bu eylem yönünden diğer şeriklerin sorumluluğundan söz edilemeyecektir. Bütün suç ortakları yönünden aynı suç olması gerektiği hususu bağlılık kuralının ve sirayetin değerlendirilmesi için gerekli bir husustur.[72]
Cezanın ağırlaştırılmasını gerektiren nitelikli hal mevcut ise bu durumda suçun aynı suç olması gerekmeyecektir. Şeriklerden birinin mağdurla olan yakınlığı cezayı artıran nitelikli hallerden ise bunun diğer şeriklere sirayeti konusunun değerlendirilmesi gerekecektir.
B. Bilme koşulu
Sorumluluğun kapsamı iştirak hükümlerinin uygulanması açısından iştirak iradesine dayanmakta olup cezayı ağırlaştıran bir nedenden suç ortağının sorumlu tutulabilmesi için bu hususu bilmesine rağmen yinede suça katılmayı istemesi gerekir.[73]
Suç ortağının cezayı ağırlaştırıcı nedeni bilmesinden kasıt bir kesinliği ifade etmekte olup bu durumun gerçekleşeceğinin tahmin edilmesi bilme olarak kabul edilmeyecek ve ağırlaştırıcı nedenin sirayeti sonucunu doğurmayacaktır.[74]
Buna bağlı olarak cezayı ağırlaştıran nitelikli halin varlığından haberdar olmayan şerike bu nitelikli halin uygulanması “kusur ilkesi”nin de bir gereği olarak mümkün olmayacaktır.[75]
C. Suçun İşlenmesini Kolaylaştırması Koşulu
Doktrinde bir kısım yazarlar 5237 sayılı TCK.nun, iştirak halinde işlenen suçlarda cezayı ağırlaştıran veya hafifleten nitelikli hallerin şeriklere geçişi sorununu çözmediğini, cezayı ağırlaştırıcı nedenin şeriklere tatbik edilebilmesi için şeriklerin bu ağırlaştırıcı nedenin varlığını bilmeleri yanında kişisel nedenden kaynaklı cezada artırım yapılabilmesi için bu durumun suçun işlenmesini kolaylaştırması gerektiğini ileri sürmüşlerdir.[76]
Bizim kanaatimiz de, cezayı artıran kişisel nedenlerin suç ortaklarına sirayeti için iştirak iradesinin bu durumu da kapsaması ve anılan kişisel nedenin suçun işlenmesini kolaylaştırması gerektiği yönündedir.
2. BAĞLILIK KURALININ İŞTİRAK HALİNDE İŞLENEN SUÇLARDA NİTELİKLİ HALLERİN GEÇİŞİYLE İLİŞKİSİ
İştirak halinde işlenen suçlarda fiile bağlı veya şeriklerden birinden kaynaklı cezanın artırılması veya hafifletilmesi sonucunu doğuran fiili veya şahsi sebep bir diğer suç ortağında mevcut olmadığı durumlar söz konusu olabilir. (örneğin; öldürme suçunda şeriklerden biri ile maktul arasında TCK.nun 82/1-d maddesi anlamında yakınlık mevcut olabilir).
765 sayılı TCk.nun 66. maddesinde yer alan “Bir cürüm veya kabahati beraber işleyenlerden veya icrasını kolaylaştırmağa yardım edenlerden biri hakkında teşdidi cezayı mucip olan şahsa merbut daimî veya ârızî ahval ve evsaf, cürüm veya kabahate iştirak eyledikleri zamanda ona vâkıf olan faillere dahi sirayet eder. Ancak haklarında terettüp eden cezanın altıda biri indirilebilir ve Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ile müebbet ağır hapis cezasına bedel yirmi seneden yirmi dört seneye kadar ağır hapis cezası hükmolunur.” ve aynı kanununun 67. maddesindeki “Fiilin cezasını teşdit eden maddi esbabı dahi cürüm veya kabahatin vasfını tebdil edecek şekilde olsa bile fiil işlendiği zamanda ona vâkıf olan şeriklere saridir.” şeklindeki düzenlemeler dikkate alındığında bu konunun 765 sayılı TCK.nda düzenleme alanı bulduğu görülmekle birlikte, bir kısım yazarlar cezayı ağırlaştıran nedenlerin şeriklere sirayeti sorununun 5237 sayılı TCK.nun 40. maddesi kapsamında bağlılık kuralı ile çözüm kavuşturulduğu ve bu nedenle anılan madde gerekçesinde ” Hükûmet Tasarısında, 765 sayılı Türk Ceza Kanununda olduğu gibi, “kişisel ağırlatıcı nedenlerin” ve “fiilî ağırlatıcı nedenlerin şeriklere uygulanması” hükümlerine yer verilmiştir. Bu hükümler, bağlılık kuralının henüz bilinmediği 19. yüzyıl ceza hukuku düşüncesinin ürünü olarak kanuna konmuştur. Bağlılık kuralına metinde yer verildikten sonra, bu hükümlerin korunmasına gerek kalmamıştır. Kaldı ki, “ağırlatıcı neden”lerin kişisel veya fiilî olarak ayırıma tabi tutulması bilimsel olmadığı için, uygulamada duraksamalara ve çelişkili kararlara neden olmaktadır. Belirtilen nedenlerle, Hükûmet Tasarısının 43 ve 44 üncü maddeleri hükümleri metinden çıkarılmıştır.” şeklinde bu hususun açıklandığı ileri sürülmüştür.[77]
Aynı görüşü savunan bir kısım yazarlar, cezayı ağırlaştıran nedenlerin şeriklere sirayetine ilişkin sorun TCK.nun 40. maddesi kapsamında bağlılık kuralı çerçevesinde çözümlendiği için ayrıca bir yasal düzenlemeye gerek bulunmadığını belirtmişlerdir.[78] Bu görüşte sorunun sadece şerikler yönünden ele alındığı, müşterek failler yönünden değerlendirme yapılmadığı görülmektedir.
Bir kısım yazarlar ise nitelikli hallerin sirayetine bağlı sorunların bağlılık kuralı ile çözülemediğini ileri sürmüşler,[79] ancak sorunun ne şekilde çözümleneceği konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
Nitelikli hallerin sirayetine bağlı sorunların bağlılık kuralı ile çözümlendiğini ileri süren yazarlar, şerikler ve müşterek failler yönünden farklı sonuçlara ulaşmakla birlikte cezayı artıran nedenlerden fiile veya şahsa bağlı nedenler yönünden de bir ayrım yapmadıkları ve her iki durumda da aynı sonuca ulaştıkları görülmektedir.
Nitelikli hallerin sirayetine bağlı sorunların bağlılık kuralı ile çözümlenemediğini ileri süren yazarlar ise, bilmeleri halinde bu nedenlerin diğer suç ortaklarına uygulanabileceğini belirterek, cezayı artıran nedenlerin failden veya şerikten kaynaklanması veya cezayı ağırlaştırıcı nedenin fiile veya şahsa bağlı olması hallerinde herhangi bir ayrıma gitmeksizin, bilmeleri halinde cezayı artıran nedenlerin diğer suç ortakları yönünden de uygulanacağını belirtmişlerdir.
Bahse konu iki görüşü savunan yazarların cezayı hafifleten nedenlerin sirayeti konusundaki yaklaşımları farklı değildir.
A. Cezayı Ağırlaştıran Nitelikli Haller Bakımından
a.Bağlılık kuralının bu konudaki sorunu çözdüğünü savunan yazarların görüşüne göre konunun değerlendirilmesi;
aa.İştirak halinde işlenen suçlarda ağırlaştırıcı nedenin failden kaynaklanması durumunda;
Bağlılık kuralının bu konudaki sorunu çözdüğünü ve şeriklerin sorumluluğunun faile göre belirleneceğini belirten yazarlara göre[80]; failden kaynaklanan ağırlaştırıcı nedenden şeriklerin sorumluluğunu kendisini azmettirdikleri veya kendisine yardım ettikleri failin fiiline göre belirlemek gerekir. (Örneğin; Suçun işlenmesini kolaylaştırmak maksadıyla öldürme suçuna yardım eden olarak katılan suç ortağı bu nitelikli hali (TCK.nun 82/1-h) biliyorsa anılan suça yardım etmekten, yine kardeşini öldürmek isteyen faile silah temin eden şerik, bu durumu biliyorsa TCK.nun 82/1-d) maddesi kapsamındaki suça yardım etmekten sorumlu tutulacaktır.
bb. İştirak halinde işlenen suçlar bakımından, ağırlaştırıcı nedenin şeriklerden kaynaklanması durumunda;
Bağlılık kuralının bu konudaki sorunu çözdüğünü ve şeriklerin sorumluluğunun faile göre belirleneceğini belirten yazarlara göre; bağlılık kuralı gereğince şeriklerin sorumluluğu kendisini azmettirdikleri veya kendisine yardım ettikleri failin fiiline göre belirlenmesi gerektiğinden şerikten (azmettiren veya yardım eden) kaynaklanan ağırlaştırıcı nedenler diğer suç ortakları yönünden uygulanmayacaktır.[81] (Örneğin; Ahmet’in kendi eşi Zeynep’i azmettirerek kiralık katil Bekir’e öldürtmesi halinde, eylemi gerçekleştiren Bekir TCK.nun 81. maddesi kapsamında kasten öldürme suçundan, Bekir’i azmettiren maktulün kocası Ahmet ise 81,38 maddelerinden sorumlu tutulacaktır.)
cc. Müşterek failler bakımından;
Bağlılık kuralının sorunu çözdüğünü ve şeriklerin sorumluluğunun faile göre belirleneceğini belirten yazarlar, müşterek faillerin sorumluluğu için bağlılık kuralına gerek bulunmadığı, bu kuralın şerikler (azmettiren veya yardım eden) yönünden sorumluluk kapsamını düzenlediğini belirtmişler, ancak müşterek faillik yönünden izahta bulunmamışlardır.[82] Bu görüşü savunan yazarlara göre konu değerlendirildiğinde; örneğin, Ahmet’in ve Bekir’in birlikte Ahmet’in babasını öldürmeleri halinde, Ahmet babasını öldürmekten TCK.nun 82/1-d maddesi kapsamında, Bekir ise TCK.nun 81. maddesi kapsamında sorumlu tutulacaktır.[83]
Bağlılık kuralının şeriklerin sorumluluğunu düzenlediğini, müşterek faillikle ilgili özellik içermediğini savunan yazarların görüşüne göre; örneğin, Ahmet’in babasını öldürme eylemine, Bekir’in yardım eden olarak katılması halinde, Ahmet TCK.nun 82/1-d maddesi kapsamında kendi babasını öldürme suçundan, bu eyleme yardım eden olarak katılan Bekir ise TCK.nun 82/1-d,39 maddeleri kapsamında bu suça yardım eden olarak sorumlu tutulacaktır. [84]
Hakeri ise yukarıda verilen örnek kapsamında, Ahmet’in hem müşterek fail hem de azmettiren olması halinde farklı neticelere ulaşmakta; Ahmet’in babasını öldürme konusunda Bekir’i azmettirir ve aynı zamanda Bekir’in eylemine müşterek fail olarak katılırsa, Ahmet’in TCK.nun 82/1-d maddesi kapsamında kendi babasını öldürme ve azmettirme suçundan, bu eyleme maktulün Ahmet’in babası olduğunu bilerek fail olarak katılan Bekir’de TCK.nun 82/1-d maddesi kapsamında sorumlu tutulacaktır. Dolayısıyla, sadece müşterek fail olarak katılması halinde nitelikli hal şerike sirayet etmeyecek, ancak hem müşterek fail hem de şeriklik (azmettiren/yardım eden) içerisinde katılma halinde sirayet söz konusu olacaktır.[85]
Kanaatimizce; fiil üzerinde ortak hakimiyet kuran müşterek failin fiilinin haksızlık derecesinin fazlalığı ve buna göre eyleminin ağırlığıyla orantılı ceza yaptırımıyla karşılaşması gerekirken, yukarıda açıklanan görüşler esas alındığında; Ahmet’in ve Bekir’in birlikte Ahmet’in babasını öldürmeleri halinde Bekir müşterek fail olarak eyleme katılmasına rağmen suçun basit halini düzenleyen TCK.nun 81. maddesi kapsamında sorumlu tutulması, ancak Bekir’in aynı eyleme yardım eden olarak katılması halinde ise suçun nitelikli halini düzenleyen TCK.nun 82/1-d,39 maddeleri kapsamında sorumlu tutulması ceza adaleti yönünden haksız sonuçlar doğurduğu görülmektedir.
b. Bağlılık kuralının bu konudaki sorunu çözmediğini savunan yazarların görüşüne göre konunun değerlendirilmesi;
Bu görüşü savunanlar, her ne kadar yasada cezayı ağırlaştıran veya hafifleten nedenlerin sirayetine ilişkin düzenlemeye yer verilmemiş ise de bu konunun “kusurluluk ilkesi” kapsamında çözüme kavuşturulacağını ileri sürmüşler, Alman Ceza Kanunun 28/2 maddesinde; “kanun, cezanın ağırlaştırılmasını, indirilmesini veya ortadan kaldırılmasını gerektiren kişisel nitelikli özel unsurlara yer vermiş ise, bunlar yalnızca kendisinde bu neden bulunan suça iştirak edenler (fail veya suç ortakları) hakkında uygulanır” şeklinde hükme bağlanan cezayı ağırlaştıran veya azaltan nedenlerin sirayeti konusu 5237 sayılı TCK.nun da düzenlenmemiş ise de, cezayı ağırlaştıran nedenlerin ancak bu durumu bilen suç ortakları yönünden uygulanabileceğini belirtmişlerdir.[86]
Demirbaş, fail veya şeriklerin birinden kaynaklanan suça etki eden nedenlerin (fail veya şeriklerden kaynaklanıp kaynaklanmadığı önem arzetmeksizin), bilmeleri koşuluyla diğer fail veya şerikler yönünden de uygulanacağını belirtmiştir. Buna göre örneğin, Ahmet’in kendi eşi Zeynep’i azmettirerek kiralık katil Bekir’e öldürtmesi halinde, eylemi gerçekleştiren Bekir maktulenin Ahmet’in eşi olduğunu biliyorsa TCK.nun 82/1-d maddesi kapsamında sorumlu olacaktır.[87]
Hafızoğulları/Özen, konunun TCK.nda düzenlenmediğini ancak bu durumun hakimi bağlamayacağını, kanunilik ilkesi de nazara alınarak konunun kast kuralının uygulanmasıyla çözüleceğini ileri sürmüşler, cezayı ağırlaştıran nedenin varlığının bu durumu bilen suç ortağının iradesinin yani kastının kapsamında olduğunu ve bu itibarla bu nedenin kendisinde bulunmayan suç ortağı yönünden de uygulanacağını belirtmişlerdir.[88]
Hakeri ise, cezayı artıran nitelikli hallerin şerikler yönünden uygulanması hususunun kanunda düzenlenmediğini ancak bu konunun ceza hukukunun genel hükümleri çerçevesinde çözümlenebileceğini belirtmiş, şeriklerin (azmettiren/yardım eden) sorumluluğunun faile göre belirlenmesi karşısında bağlılık kuralı nazara alınarak kusur prensibinin gereği olarak bilmeleri şartıyla failden kaynaklanan nitelikli hal şeriklere veya şeriklerden kaynaklanan nitelikli hal faile uygulanabileceğini, müşterek faillikte ağırlaştırıcı nedenin ise sadece kendisinde ağırlaştırıcı neden bulunan fail veya dolaylı fail hakkında uygulanabileceğini belirtmiştir. Dolayısıyla, sadece müşterek fail olarak katılması halinde nitelikli hal şerike sirayet etmeyecek, ancak hem müşterek fail hem de şeriklik (azmettiren/yardım eden) içerisinde katılma halinde sirayet söz konusu olacaktır.[89]
B. Cezanın Hafifletilmesi Sonucunu Doğuran Nitelikli Haller Bakımından
Koca/Üzülmez; nitelikli hallerin sirayetine ilişkin sorunun bağlılık kuralı kapsamında çözüme kavuşturulduğunu ve buna göre şeriklerin sorumluluğunun faile göre belirleneceğini ancak sorumluluğun tespitinde şeriklerin kasıtlarının önem arzettiğini ileri sürmüşlerdir. Bu görüşe göre, Ahmet’in kardeşi Bekir’i yaralaması eylemine yardım eden olarak katılan Cemil şayet akrabalık ilişkisini bilmiyorsa fail ile mağdurun akrabalık ilişkisinden kaynaklı nitelikli halden sorumlu tutulmayacak ve hakkında TCK.nun 86/3-a maddesi tatbik edilmeyecektir.[90]
Bir kısım yazarlar, bilip bilmediği önem arz etmeksizin fiile bağlı hafifletici nedenler şeriklere sirayet edeceğini[91], bir kısım yazarlar cezayı hafifletici kişisel nedenlerin ancak kendisinde bu nedenler bulunan kişiler hakkında uygulanması gerektiğini[92], bir kısım yazarlar ise sadece failin şahsından kaynaklı nitelikli hallerin sadece ilgilisini etkileyeceğini, diğer failleri etkilemeyeceğini, şerikler yönünden kusur ilkesinin geçerli olduğunu, fiili veya kişisel ağırlaştırıcı sebepleri bilmeleri halinde şerikler yönünden uygulanabileceğini belirtmişlerdir.
Yargıtay 1. Ceza Dairesinin, öldürme suçlarında kan gütme ve töre saikini fiile bağlı nitelikli hal görüp şeriklerden kaynaklanan bu nitelikli halin failler hakkında uygulanması gerektiğine karar vermektedir. Dairenin 01/07/2009 tarih ve 2009/5808 Esas 2009/4145 Karar sayılı kararında azmettirenden kaynaklanan nitelikli hale ilişkin hükmün (kan gütme saiki) fail hakkında tatbikinde isabetsizlik görmemiştir.[93]
Yargıtay 1.Ceza Dairesinin 18/05/2011 tarih ve 2010/7365 Esas 2011/3231 Karar sayılı kararında;”… sanıklar Turan, Salih ve Musa’nın mağdur Leyla ile amca çocukları oldukları, 5237 sayılı TCK.nun 40.maddesindeki bağlılık kuralı koşullarının olayımızda bulunmadığı anlaşılmakla, kardeşlik bağı nedeniyle sanıklar hakkında 5237 sayılı TCK.nun 82/1-d maddesinin uygulanması bozmayı gerektirmekte ise de bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden, sanıklar Turan, Salih ve Musa yönünden hüküm fıkrasından 5237 sayılı TCK.nun 82/1.maddesinin “d” bendi çıkarılarak, sanıkların 5237 sayılı TCK.nun 82/1.maddesinin e-k bentleri ile cezalandırılmasına karar verilmesi suretiyle CMUK.nun 322.maddesiyle tanınan yetkiye dayanılarak DÜZELTİLEN hükümlerin tebliğnamedeki düşünce gibi (ONANMASINA),” karar verilerek, amca çocuğu olan sanıklar yönünden akrabalık bağından kaynaklı kişisel ağırlaştırıcı nedenin uygulanma imkanının bulunmadığını belirtmiş, töre saikine dair nitelikli halin uygulanmasında isabetsizlik görmemiştir.[94]
Şeriklerden Kaynaklanan Kişisel Nitelikli Haller
Yargıtay 1. Ceza Dairesi bir çok kararında, bağlılık kuralı gereğince şeriklerden kaynaklanan kişisel nedenlerin diğer suç ortakları yönünden tatbik edilemeyeceğini belirtmiş, 23/02/2010 tarih ve 2009/3865 Esas 2010/1054 Karar sayılı kararında; “…sanığın maktulle akrabalık bağının bulunmadığı anlaşılmakla, TCK.nun 82/1-d maddesinin uygulanması kanuna aykırı ise de, ceza miktarı dikkate alındığında, bu durum yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, CMUK.nun 322. maddesindeki yetkiye dayanılarak, hüküm fıkrasının mahsus bölümünde yer alan, “5237 Sayılı Yasanın 82/1,a,d-son maddesindeki” (d) bendinin çıkartılmasına karar verilmek suretiyle DÜZELTİLEN, resen de temyize tabi hükümlerin tebliğnamedeki düşünce gibi ONANMASINA” karar verilmiştir.[95] Ancak nadiren de olsa tersi kararlar çıktığı da olmuştur. Örneğin; Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 01/02/2010 tarih ve 2010/438 Esas 2010/493 Karar sayılı kararında; “…Sanık H.İ’nin, eşi olan maktuleyi öldürmesi için sanık A’yı azmettirdiği, sanık A’nın da, maktulenin sanık H.İ’nin eşi olduğunu bildiği anlaşılmakla, azmettirenden kaynaklanan şahsi ağırlaştırıcı sebebin sirayetinin kabulü ile, sanık A hakkında öldürme suçundan 5237 sayılı TCK.nun 82/1-d maddesi uyarınca hüküm kurulmasında isabetsizlik bulunmadığından tebliğnamedeki bozma düşüncesine,” iştirak edilmediği belirtilmiştir.[96]
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
“Töre saiki” kavramı belirli koşullarda “namus saiki”ni de kapsayan bir üst kavram ise de töre ve namus cinayetlerinin aynı kapsamda olmadığı gözetilmelidir.
Töre saikiyle insan öldürme suçu tek bir fail tarafından ve anlık bir karar ile işlenebileceği gibi aile meclisi kararı ile de işlenebilir. Ancak, aile meclisi kararının aranması suçun unsuru veya önkoşulu olarak görülmemelidir.
Töre saikiyle işlenen öldürme suçlarında haksız tahrik hükmü uygulanamayacaktır. Şayet fail, mağdur/maktulden kaynaklanan haksız tahrik altında eylemini gerçekleştirmiş ise töre saikiyle öldürme suçundan bahsedilmeyecek ve suçun niteliği değişecektir.
Töre saikiyle öldürme suçu her zaman tasarlamayı bünyesinde barındırmamaktadır. Bazı olaylarda tasarlamanın koşulları bulunmaksızın da töre saikiyle öldürme suçu işlenebilir.
KAYNAKÇA
Adem, S., (2013), Ceza Hukuku Uygulama Rehberi ve Pratik Çalışma Notu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku ve Kriminoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi
Akbaba, Z,B., (2008), “Töre, Namus Ve Töre Saikiyle Kasten Öldürme”, TBB Dergisi s.75
Akbulut, B., (2010), “Bağlılık Kuralı”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XIV, S.1
Akbulut, E., (2006), “İhmal Suretiyle Kasten Adam Öldürme Suçu”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, S:66
Altındal, E., (2019), “Töre Saikiyle Öldürme Suçu” (Yüksek Lisans Tezi), İstanbul Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul
Artuk, M.E., Gökçen, A., Alşahin, M.E., (2017), Ceza Hukuku Özel Hükümler, 16. Baskı, Ankara. Adalet Yayınevi
Artuk, M.E.,Gökcen, A.,Yenidünya, C., (2013), Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara:Adalet Yayınevi
Aydın, D., (2005), ‘’Yeni Türk Ceza Kanununda Haksız Tahrik’’, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C:54, S:1
Aydın, D., (2009), Türk Ceza Hukukunda Suça İştirak, Ankara: Yetkin Yayınevi
Bayraktar, K.,Keskin Kiziroğlu, S.,Yıldız, A.K., Memiş Kartal, P., Altunç, S., Bostancı Bozbayındır, G., Erman, B., Eroğlu Erman, F., Kurt, G., Sınar, H., (2017), Özel Ceza Hukuku Cilt II Kişilere Karşı Suçlar-1-(TCK m. 81-105), C:II, İstanbul, Oniki Levha Yayıncılık
Centel, N., Zafer, H., Çakmut, Ö., (2017), Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, C:I, 4.Baskı, İstanbul, Beta Yayınları
Centel, N.,Zafer, H.,Çakmut, Ö.Y., (2008), Türk Ceza Hukukuna Giriş, 5. Bası, İstanbul,
Demirbaş, T., (2011), Ceza Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, , Ankara: Seçkin Yayınevi
Demirbaş, T.,(1992), Yeni Doğmuş Çocuğu Öldürme Suçu, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi
Doğan, S., (2016), Ceza Hukuku: Özel Hükümler, 11. Baskı, Ankara, Yetkin Yayınları
Doğan, R., (2016), “Yargıtay Kararlarında Töre Saikiyle Öldürme Suçu”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, S: 126
Dönmezer, S., (2001), Kişilere ve Mala Karşı Cürümler, 16.Baskı, İstanbul: Beta Yayınları
Dönmezer, S., Erman, S., (1986), Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, C.II, 9. Bası, İstanbul: Beta Basım Yayım
Erem, F.,Danışman, A., Artuk, M.E., (1997), Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi
Erman, S., Özek, ., (2018), Ceza Hukuku Özel Bölüm Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, İstanbul: Dünya Yayıncılık
Gökcen, A., Balcı, M., (2011) ‘’Kasten Öldürme Suçu (TCK. M. 81)’’, Hukuk Araştırmaları Dergisi, C: 17
Hafızoğulları, Z., Özen, M., (2011), Ceza Hukuku Genel Hükümler, 4. Baskı, Ankara: US-A Yayıncılık
Hafızoğulları, Z., Özen, M., (2013), Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler: Kişilere Karşı Suçlar, 3. Baskı, Ankara, US-A Yayıncılık
Hakeri, H. (2006), Kasten Öldürme Suçları TCK 81-82-83, Ankara: Seçkin Yayıncılık
Hakeri, H., (2006), “Yeni Türk Ceza Kanunu’nda İştirak”, Ceza Hukuku Dergisi, Yıl.1, Sayı.1
Hakeri, H., (2008), Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi
İçel, K./Evik, A.H., (2007), Ceza Hukuku Genel Hükümler, II, Yenilenmiş 4. Bası, İstanbul: Beta Yayınevi
İskender, S.Z., (2011), Öğreti Ve Yargısal Kararlar Işığında Töre Saikiyle İnsan Öldürmek Suçu (Namus Cinayetleri), Ankara: Yetkin Yayınları
Kaymaz, S., (2012), “5237 Sayılı Türk Ceza Kanuna Göre İştirak Halinde İşlenen Suçlarda Nitelikli Hallerin Diğer Suç Ortaklarına Geçişi Sorunu”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 16
Koca, M., Üzülmez, İ, (2012), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Gözden Geçirilmiş ve Güncellenmiş 5. Baskı, Ankara: Seçkin Yayıncılık
Koca, M., Üzülmez, İ., (2011), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi
Koca, M., Üzülmez, İ., (2017), Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 4.Baskı, Ankara: Seçkin Yayıncılık
Koca, M.,Üzülmez, İ., (2013), Türk Ceza Kanunu Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi
Otacı, C., (2009), Kasten İnsan Öldürme Suçları, Ankara: Seçkin Yayınevi
Önder, A., (1989), Ceza Hukuku Genel Hükümler, Cilt. II, İstanbul: Beta Basım Yayım
Önder, A., (1994), Şahıslara ve Mala Karşı Cürümler ve Bilişim Alanında Suçlar, İstanbul, Filiz Kitabevi
Özbek, V.Ö., Doğan, K., Bacaksız, P., Tepe,İ.,(2017), Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi
Özbek, V.Ö., Kanbur, N., Bacaksız, P., Doğan, K., Tepe, İ., (2010), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara,
Özgenç, İ., (2009), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi
Özgenç, İ., (2011), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi
Özgenç, İ., (2013), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi
Taşkın, B., (2014), “Suça İştirakte Bağlılık Kuralı“, (Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul
Tezcan, D., Erdem, M.R., Önok, M. (2016), Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, Güncellenmiş 13. Baskı, Ankara, Seçkin Yayıncılık
Toroslu, N., (2005), Ceza Hukuku Genel Kısım, Ankara: Savaş Yayınevi
Toroslu, N., (2010), Ceza Hukuku Genel Kısım, Ankara: Savaş Yayınevi
Toroslu, N., (2018), Ceza Hukuku: Özel Kısım, 9. Baskı, Ankara: Savaş Yayınevi
Turan, E., Otacı, C., (2016), Genel Hükümlerle Bağlantılı Olarak Kasten İnsan Öldürme Suçları, Güncellenmiş ve Gözden Geçirilmiş 2. Baskı, Ankara: Adalet Yayınevi
Tutanaklarla Türk Ceza Kanunu, (2005), Adalet Bakanlığı Yayın İşleri Dairesi Başkanlığı, Ankara
Türk Dil Kurumu Sözlüğü, tdk. sözlük.gov. tr. erişim tarihi 25.04.2020
Ünver, Y., (2006), “YTCK’da Kusurluluk”, Ceza Hukuku Dergisi, Yıl.1, Sayı.1
Yaşar, O., Gökcan, H.T., Artuç, M., (2010), Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, C:II, Ankara: Adalet Yayınevi
Yılmaz, B.O. (2003), Geleneklerin Ardındaki Ölümler: Töre Cinayetleri, Kadın Araştırmaları Dergisi, S.8
Zafer, H., (2015), Ceza Hukuku Genel Hükümler, TCK m. 1-75, İstanbul: Beta Basım Yayın
[1] Türk Dil kurumu Sözlüğü, tdk. sözlük.gov. tr. erişim tarihi 25.04.2020
[2] Türk Dil kurumu Sözlüğü, tdk. sözlük.gov. tr. erişim tarihi 25.04.2020
[3] Akbaba, Z,B., (2008), “Töre, Namus Ve Töre Saikiyle Kasten Öldürme”, TBB Dergisi s.75 s.337
[4] Yılmaz, B.O. (2003), Geleneklerin Ardındaki Ölümler: Töre Cinayetleri, Kadın Araştırmaları Dergisi, S.8, s.70-71
[5] Türk Dil kurumu Sözlüğü, tdk. sözlük.gov. tr. erişim tarihi 25.04.2020
[6] Türk Dil kurumu Sözlüğü, tdk. sözlük.gov. tr. erişim tarihi 25.04.2020
[7] Altındal, E., (2019), “Töre Saikiyle Öldürme Suçu” (Yüksek Lisans Tezi), İstanbul Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, s.8
[8] Otacı, C., (2009), Kasten İnsan Öldürme Suçları, Ankara: Seçkin Yayınevi, s.595
[9] Otacı, a.g.e, s.596
[10] Altındal, a.g.m, s.49-50
[11] Hafızoğulları, Z., Özen, M., (2013),Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler: Kişilere Karşı Suçlar,3. Baskı, Ankara, US-A Yayıncılık, s.54; İskender, S.Z., (2011), Öğreti Ve Yargısal Kararlar Işığında Töre Saikiyle İnsan Öldürmek Suçu (Namus Cinayetleri), Ankara: Yetkin Yayınları, s.104
[12] Tutanaklarla Türk Ceza Kanunu, (2005), Adalet Bakanlığı Yayın İşleri Dairesi Başkanlığı, Ankara, s. 311 vd.
[13] Artuk, M.E., Gökçen, A., Alşahin, M.E., (2017), Ceza Hukuku Özel Hükümler, 16. Baskı, Ankara. Adalet Yayınevi, s.46; Centel, N., Zafer, H., Çakmut, Ö., (2017), Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, C:I, 4.Baskı, İstanbul, Beta Yayınları, s.26; Bayraktar, K.,Keskin Kiziroğlu, S.,Yıldız, A.K., Memiş Kartal, P., Altunç, S., Bostancı Bozbayındır, G., Erman, B., Eroğlu Erman, F., Kurt, G., Sınar, H., (2017), Özel Ceza Hukuku Cilt II Kişilere Karşı Suçlar-1-(TCK m. 81-105), C:II, İstanbul, Oniki Levha Yayıncılık, s.15; Önder, A., (1994), Şahıslara ve Mala Karşı Cürümler ve Bilişim Alanında Suçlar, İstanbul, Filiz Kitabevi, s.4; Özbek, V.Ö., Doğan, K., Bacaksız, P., Tepe,İ.,(2017), Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi, s.102
[14] 1982 T.C. Anayasası
[15] Toroslu, N., (2010), Ceza Hukuku Genel Kısım, Ankara: Savaş Yayınevi, S.280
[16] Taşkın, B., (2014), “Suça İştirakte Bağlılık Kuralı”, (Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, s.48
[17] Artuk, M.E.,Gökcen, A.,Yenidünya, (2013), C., Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara:Adalet Yayınevi, s.313; Koca, M.,Üzülmez, İ., (2013), Türk Ceza Kanunu Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi, s.420; Özgenç, İ., (2013), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi, s.434
[18] Koca/Üzülmez, Türk Ceza Kanunu Genel Hükümler, s.444; Hakeri, H., (2013), Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Adalet Yayınevi, s.492
[19] Zafer, H., (2015), Ceza Hukuku Genel Hükümler, TCK m. 1-75, İstanbul: Beta Basım Yayın, s.417
[20] İçel, K./Evik, A.H., (2007), Ceza Hukuku Genel Hükümler, II, Yenilenmiş 4. Bası, İstanbul: Beta Yayınevi, s.263
[21] Özgenç, İ., (2009), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi, s. 524-525
[22] TBMM. Mevzuat (TCK.nun gerekçesi)
[23] Centel, N., Zafer, H., Çakmut, Ö., (2017), Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, C:I, 4.Baskı, İstanbul, Beta Yayınları, s.24
[24] Doğan,S., (2016), Ceza Hukuku: Özel Hükümler, 11. Baskı, Ankara, Yetkin Yayınları, s.125; Koca, M., Üzülmez, İ., (2017), Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 4.Baskı, Ankara: Seçkin Yayıncılık, s.26
[25] Adem, S., (2013), Ceza Hukuku Uygulama Rehberi ve Pratik Çalışma Notu, y.y., İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku ve Kriminoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi, s.12.
[26] Tezcan, D., Erdem, M.R., Önok, M. (2016), Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, Güncellenmiş 13. Baskı, Ankara, Seçkin Yayıncılık, s.. 128
[27] Tezcan, D., Erdem, M.R., Önok, M. (2016), Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, Güncellenmiş 13. Baskı, Ankara, Seçkin Yayıncılık, s.. 128
[28] Demirbaş, T.,(1992), Yeni Doğmuş Çocuğu Öldürme Suçu, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, s. 84
[29] Erman, S., Özek, ., (2018), Ceza Hukuku Özel Bölüm Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, İstanbul: Dünya Yayıncılık, s.6
[30] Toroslu, N., (2018), Ceza Hukuku: Özel Kısım, 9. Baskı, Ankara: Savaş Yayınevi, s.24
[31] Gökcen, A., Balcı, M., (2011) ‘’Kasten Öldürme Suçu (TCK. M. 81)’’, Hukuk Araştırmaları Dergisi, C: 17, S:1-2, s.95-96.
[32] Tezcan, D., Erdem, M.R., Önok, M. (2016), Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, Güncellenmiş 13. Baskı, Ankara, Seçkin Yayıncılık, s.132
[33] Centel, N., Zafer, H., Çakmut, Ö., (2017), Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, C:I, 4.Baskı, İstanbul, Beta Yayınları, s.27
[34] Dönmezer, S., (2001), Kişilere ve Mala Karşı Cürümler, 16.Baskı, İstanbul: Beta Yayınları, s.15
[35] Tezcan, D., Erdem, M.R., Önok, M. (2016), Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, Güncellenmiş 13. Baskı, Ankara, Seçkin Yayıncılık, s.125; Dönmezer, S., (2001), Kişilere ve Mala Karşı Cürümler, 16.Baskı, İstanbul: Beta Yayınları, s.15
[36] Hakeri, H. (2006), Kasten Öldürme Suçları TCK 81-82-83, Ankara: Seçkin Yayıncılık, s.217
[37] Tezcan, D., Erdem, M.R., Önok, M. (2016), Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, Güncellenmiş 13. Baskı, Ankara, Seçkin Yayıncılık, s.135
[38] Akbulut, E., (2006), “İhmal Suretiyle Kasten Adam Öldürme Suçu”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, S:66, s. 216.
[39] Altındal, E., (2019), “Töre Saikiyle Öldürme Suçu” (Yüksek Lisans Tezi), İstanbul Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, s.40
[40] TBMM. mevzuat
[41] Otacı, C., (2009), Kasten İnsan Öldürme Suçları, Ankara: Seçkin Yayınevi, s.598
[42] Doğan, R., (2016), “Yargıtay Kararlarında Töre Saikiyle Öldürme Suçu”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, S: 126, Eylül-Ekim 2016, s. 125.
[43] Uyap, Yargıtay kararı arama, erişim, 03.05.2020
[44] Uyap, Yargıtay kararı arama, erişim, 03.05.2020
[45] Uyap, Yargıtay kararı arama, erişim, 03.05.2020
[46] Yaşar, O., Gökcan, H.T., Artuç, M., (2010), Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, C:II, Ankara: Adalet Yayınevi, 2010, s. 2741.
[47] İskender, S.Z., (2011), Öğreti Ve Yargısal Kararlar Işığında Töre Saikiyle İnsan Öldürmek Suçu (Namus Cinayetleri), Ankara: Yetkin Yayınları, s.97
[48] Centel, N., Zafer, H., Çakmut, Ö., (2017), Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, C:I, 4.Baskı, İstanbul, Beta Yayınları, s.57
[49] Aydın, D., (2005), ‘’Yeni Türk Ceza Kanununda Haksız Tahrik’’, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C:54, S:1, s.245.
[50] Doğan, R., (2016), “Yargıtay Kararlarında Töre Saikiyle Öldürme Suçu’’, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, S: 126, Eylül-Ekim 2016, s. 133-135.
[51] Koca, M., Üzülmez, İ, (2012), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Gözden Geçirilmiş ve Güncellenmiş 5. Baskı, Ankara: Seçkin Yayıncılık, s. 298.
[52] Centel, N., Zafer, H., Çakmut, Ö., (2017), Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, C:I, 4.Baskı, İstanbul, Beta Yayınları, s. 56-57
[53] Tezcan, D., Erdem, M.R., Önok, M. (2016), Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, Güncellenmiş 13. Baskı, Ankara, Seçkin Yayıncılık, s.165-166
[54] Turan, E., Otacı, C., (2016), Genel Hükümlerle Bağlantılı Olarak Kasten İnsan Öldürme Suçları, Güncellenmiş ve Gözden Geçirilmiş 2. Baskı, Ankara: Adalet Yayınevi, s. 898,900
[55] Özbek, V.Ö., Doğan, K., Bacaksız, P., Tepe,İ.,(2017), Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi, s.142
[56] Hakeri, H. (2006), Kasten Öldürme Suçları TCK 81-82-83, Ankara: Seçkin Yayıncılık, s.254
[57] Uyap, erişim tarihi 03.05.2020
[58] Uyap, erişim tarihi 03.05.2020
[59] Uyap, erişim tarihi 03.05.2020
[60] Özgenç, İ., (2009), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi, s. 524-525
[61] TBMM. Mevzuat (TCK.nun gerekçesi)
[62] Uyap, erişim tarihi 03.05.2020
[63] Hafızoğulları, Z., Özen, M., (2011), Ceza Hukuku Genel Hükümler, 4. Baskı, Ankara: US-A Yayıncılık, s.358 vd.; Centel, N.,Zafer, H.,Çakmut, Ö.Y., (2008), Türk Ceza Hukukuna Giriş, 5. Bası, İstanbul, s.579-580; Erem, F.,Danışman, A., Artuk, M.E., (1997), Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi, s.762; Toroslu, N., (2005), Ceza Hukuku Genel Kısım, Ankara: Savaş Yayınevi, S.177-178
[64] 5237 sayılı TCK.nun gerekçesi
[65] Dönmezer, S., Erman, S., (1986), Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, C.II, 9. Bası, İstanbul: Beta Basım Yayım, S.557
[66] Erem, F.,Danışman, A., Artuk, M.E., (1997), Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi, s.414
[67] Kaymaz, S., (2012), “5237 Sayılı Türk Ceza Kanuna Göre İştirak Halinde İşlenen Suçlarda Nitelikli Hallerin Diğer Suç Ortaklarına Geçişi Sorunu”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 16, S.127
[68] Kaymaz, S., (2012), “5237 Sayılı Türk Ceza Kanuna Göre İştirak Halinde İşlenen Suçlarda Nitelikli Hallerin Diğer Suç Ortaklarına Geçişi Sorunu”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 16, S.127
[69] Kaymaz, S., (2012), “5237 Sayılı Türk Ceza Kanuna Göre İştirak Halinde İşlenen Suçlarda Nitelikli Hallerin Diğer Suç Ortaklarına Geçişi Sorunu”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 16, S.128
[70] Hafızoğulları, Z., Özen, M., (2011), Ceza Hukuku Genel Hükümler, 4. Baskı, Ankara: US-A Yayıncılık, s.363
[71] Önder, A., (1989), Ceza Hukuku Genel Hükümler, Cilt. II, İstanbul: Beta Basım Yayım, s.423 vd; Hakeri, H., (2006), “Yeni Türk Ceza Kanunu’nda İştirak”, Ceza Hukuku Dergisi, Yıl.1, Sayı.1, Ekim 2006. s.102-103
[72] Demirbaş, T., (2011), Ceza Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, , Ankara: Seçkin Yayınevi, s.476
[73] Dönmezer, S., Erman, S., (1986), Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, C.II, 9. Bası, İstanbul: Beta Basım Yayım, s.526
[74] Hakeri, H., (2006), “Yeni Türk Ceza Kanunu’nda İştirak”, Ceza Hukuku Dergisi, Yıl.1, Sayı.1, Ekim 2006. s.103; Dönmezer, S., Erman, S., (1986), Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, C.II, 9. Bası, İstanbul: Beta Basım Yayım, s.559
[75] Hakeri, H., (2006), “Yeni Türk Ceza Kanunu’nda İştirak”, Ceza Hukuku Dergisi, Yıl.1, Sayı.1, Ekim 2006. s.103
[76] Hafızoğulları, Z., Özen, M., (2011), Ceza Hukuku Genel Hükümler, 4. Baskı, Ankara: US-A Yayıncılık, s.362
[77] Özgenç, İ., (2011), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi, s.484
[78] Koca, M., Üzülmez, İ., (2011), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi, s.382-383
[79] Ünver, Y., (2006), “YTCK’da Kusurluluk”, Ceza Hukuku Dergisi, Yıl.1, Sayı.1, s.70
[80] Özgenç, İ., (2011), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi, s.487; Koca, M., Üzülmez, İ., (2011), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi, s.382
[81] Koca, M., Üzülmez, İ., (2011), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi, s.382-383
[82] Koca, M., Üzülmez, İ., (2011), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi, s.382-383
[83] Koca, M., Üzülmez, İ., (2011), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi, s.383; Özgenç, İ., (2011), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi, s.487; Hakeri, H., (2008), Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi, s.338
[84] Koca, M., Üzülmez, İ., (2011), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi, s.383
[85] Hakeri, H., (2008), Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi, s.338
[86] Aydın, D., (2009), Türk Ceza Hukukunda Suça İştirak, Ankara: Yetkin Yayınevi, s.231 vd.
[87] Demirbaş, T., (2011), Ceza Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, , Ankara: Seçkin Yayınevi, s.493
[88] Hafızoğulları, Z., Özen, M., (2011), Ceza Hukuku Genel Hükümler, 4. Baskı, Ankara: US-A Yayıncılık, 362-363
[89] Hakeri, H., (2008), Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi, s.337-338
[90] Koca, M., Üzülmez, İ., (2011), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi, s.383
[91] Özbek, V.Ö., Kanbur, N., Bacaksız, P., Doğan, K., Tepe, İ., (2010), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara, s.494
[92] Akbulut, B., (2010), “Bağlılık Kuralı”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XIV, S.1, s.213
[93] Uyap, erişim tarihi 03.05.2020
[94] Uyap, erişim tarihi 03.05.2020
[95] Uyap, erişim tarihi 03.05.2020
[96] Uyap, erişim tarihi 03.05.2020

UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Necmettin İlhan’a ait olup, Avukatlık Kanunu ve Türkiye Barolar Birliği’nin meslek kuralları bağlamında sadece bilgi amaçlı olarak temin edilmektedir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir. Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere ncm.ilhan@gmail.com adresine gönderebilirler.